Salgın
Zombi Konulu Hikaye
Kimyager birisi ölümsüzlüğü bulma amacıyla ölümcül virüsü ortaya çıkartıyor. İnsanlığın zombi olmasıyla hikaye başlıyor ve olaylar gelişiyor.
zombi hikayesi, zombi hikayeleri, zombi konulu kitaplar, zombi kısa hikayeleri

1. Bölüm -- Hayallerin Peşinde
Her şey azmetmekle olur derler ya, benim de hikayem öyleydi işte. Araştırmayı severdim, hep sevdim. Daha küçüklüğümden itibaren arşa çıkan merak duygum, yaşanacak olanların göstergesiydi. Birazdan anlatmaya başlayacaklarım, gelecek dünyanın aslında kaderiydi. Ben geleceği bugüne getirmeyi başarmıştım. Keşke başarmasaydım. Çünkü öyle bir şey yaptım ki, en günahkar, en kötü insan ben olmuştum artık. Adım Emre, 37 yaşında, ailemle yaşayan bekar birisiyim. Daha 10 yaşındayken korku filmlerine merak salmam, düşüncelerimi derinleştirip ölüm konusuna getirdi beni. O zamanlar herkesin ölümlü olmasına, "Bu kadar insan nereye gidiyor?" diye sormam ve bunun üzerinde durup uçsuz bucaksız bir kapıyı aralamam. Sonsuz bir merak içinde yüzmeye başlamış, hayatımın geri kalanına yön verecek konunun içinde bulmuştum kendimi. Bu sonrasında gelişti ve ölümsüzlüğü bulmak için Kimyager olmama kadar evrildi.
On sene önce çalışmalara başlamıştım. Kanunlar ve yasalar gibi kurallar, halihazırda hayatta olan insanlar üzerinde çalışma yapmamı imkansız hale getirmişti. Hayatını kaybetmiş insanlar üzerinde ise çalışmalar yapmış ama bunu daha sonra rafa koymuştum. Çünkü yasal izin sürecinin çok uzun olması, ex kişinin bulunma zorluğu gibi durumlar mevcuttu ve bu yüzden hayvanları kullanıyordum. Benim asla es geçmediğim, yol haritamda değişiklik yaptıran hedefim vardı. Evet, ölümsüzlüğü bulmak demek, hayatta olanın ömrünü sonsuzluğa çıkarmak anlamına geliyordu. Fakat ben sadece bunu istemiyordum, ben ölü olanları da hayata geri getirmek istiyordum. Bu yüzden deneylerimi özellikle ölmüş hayvanların üzerinde yapma kararı vermiş, bunun üzerine yoğunlaşarak çalışmaya koyulmuştum. Yıllarca çalıştım. İmkansız dediler ve gerçekten öyleydi. Ölümsüzlük iksirini bulmak için yaptığım deneyler sürekli başarısızlıkla sonuçlanmıştı, o gün gelene dek...
Haktan ErdoğanSunar.
2. Bölüm -- Bazen Hayallerde Gerçek Olur
Yine labaratuvarda, ameliyat odasındayım. Az sonra en yeni deneyime başlayacağım. Burası oldukça büyük ve sadece ben çalışıyorum. Önümdeki ameliyat masasında, adı Pamuk olan bir köpek var. Yakın tanıdığım yaklaşık 2 ay önce onu kaybetmiş ve çalışmalarımda kullanabilmek için isteğim doğrultusunda kadavrasını bana teslim etmişti. Kısaca, ölümsüzlük iksirini bulma doğrultusunda, iksirin tam olarak neleri sağlayabileceğini şöyle açıklayabilirim. Öncelikle, eğer biri ölmüşse, uygun koşullar sağlanmazsa ceset zamanla hızla bozulur. Bozulma, zamanla aşınmadan, haşarelerin onu yemesinden, inançlardan kaynaklı toza çevirme gibi ritüellere benzer sayısız nedenden dolayı olabilir. Yani aslında, geri dönüşü olmayacak biçimde vücuttan herhangi bir parçanın kopmasından bahsediyorum ve bu işin en zor kısmı. Bunun üzerinde durarak, herhangi bir canlıya ait en küçük yapı taşına müdahale etme üzerine çalışmaya karar verdim. Çalışmamın odağı, hücrelerin hafızasını kullanarak tümden yenilemeyi sağlamaktı.
Bir hücrenin zaman içinde geçirdiği evrimi hafızasında tuttuğunu düşünüyordum. Hücrenin, yok olan, aşınan ya da yaşlanan herhangi bir kısmının farkında olduğunu, yani geçmişini bir şekilde içinde tuttuğunu düşünmekteydim. Eğer doğru işlem sağlanırsa, aşınan ya da yok olan kısımların geri getirilebileceğine inanıyordum. Lakin şöyle bir problem ortaya çıkıyordu. Hücre kendisini hangi dönemine göre yenileyecekti? Kırklı yaşlarda hayatını kaybeden birinin hücresine müdahale ettiğimizi varsayalım. Hücrenin aşınan ya da yok olan kısmının bebekliğe, ergenliğe ya da başka dönememi döneceği sorusu var ve bu beraberinde sorunları getirirdi. Ben, hücrenin, bulunduğu canlının öldüğünü bildiğini, bunu hafızasında tuttuğunu ve ölüm anındaki dönemine geri döneceğini düşünüyordum. Yani 40'lı yaşlarda ölen kişinin hücresi, ölümün gerçekleştiği yaştaki durumuna göre kendini yenileyecekti. Yenilemeyi gerçekleştirebildiğimizi varsayalım. Başka bir teorim ise, hücrenin, yakınındaki diğer hücrelerin yapısını da hafızasında tutmasıydı. Yenilenen hücre, yakınındaki diğer hücrenin yenilenmesini başlatabilirdi. Yani amaç, tek bir hücrenin yenilenmesini sağlayarak zincirleme bir reaksiyon başlatmak ve tüm hücreleri yenileyerek, tek bir hücreden, ölen kişiyi geri getirmeye çalışmaktı. Kulağa uçuk geliyordu. Yoktan var etmekle eş değerdi bu neredeyse. Ölümsüzlüğün yanında klonlamak bile mümkün hale gelirdi. Son olarak, eğer canlı çok yaşlandıysa, onu istenilen yaştaki haline geri getirmek için kasıtlı müdahale ile canlı parçalanabilirdi. Bunun arkasında yatan fikir, hücrenin yenilenmesini izleyerek, istenilen döneme gelmediğinde yeniden parçalama işlemi uygulanarak onu arzu edilen döneme geri getirmeye zorlamaktan geçiyordu.
Eksi 200 Santigrat derecedeki soğuk oda olarak tabir edilen yerde sakladığım özel iksirimi ilk kez deneyecektim. Köpeği nabız sayan cihaza bağlayıp hazırlıklarımı tamamladım. Şırıngayı elime aldım ve uzun süreli çalışmamın ürünü olan iksiri içine çektim. Hem ilk günkü kadar heyecanlıydım, hem de sayısız başarısızlıktan dolayı umutsuzdum. Pes etmeyecektim. Sol elimi köpeğin tüysüz gövdesine uzatıp kavrayarak iğnenin gireceği yeri belirledim. Sonra sağ elimle iğneyi batırdım ve iksiri enjekte ettim. İğneyi çıkardım ve beklemeye başladım. Birkaç saniye içinde olağanüstü bir olay yaşandı. Önce kalp ritmini ölçen cihaz nabız belirtisi gösterdi. Sonra köpeğin ayaklarını hareket ettirdiğini gördüm. Daha sonra hareketlenmeye başladı! Gözlerini açtı ve ameliyat masanın üzerinde yavaşça doğruldu. Sevinçten ağlamak üzereydim. Her şey olağan akışında ve kusursuz ilerliyordu. Elimi başına uzattım "Pamuk." dedim ve sevmeye başladım. Dilini sarkıtarak, kuyruğunu sallıyordu. Pamuk iç kanamadan ölmüştü ve hemen tetkikler yaptım. Zarar görmüş dokular yenilenmişti. Büyüleyiciydi, çünkü çok hızlı ilerleme göstermişti. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Bunun nelere imkan sağlayacağını aklıma getirmek tarifsiz bir duygu uyandırıyordu bünyemde. Kaybettiklerimizi geri getirmek. Tarihi yeniden yazmak, onu değiştirmek ya da olağan akışa müdahale etmek ; Geleceği belirlemek.
Evet başarmıştım, başarmıştım. Üzerine basa basa, haykırarak söylüyorum. Başarmıştım. Heceleyerek ve tüm hecelerde, verdiğim inanılmaz emeğin üzerinde durulması gerektiğini belirterek söylüyorum. Ba-şar-mış-tım. Yaptığım binlerce deneyden sonra ilk defa ölüyü canlandırmıştım. Sürecin nasıl ilerletmeliydim. Bunun insanlık nezdinde nelere yol açabileceği konusu vardı. Bir yandan hemen bu buluşu insanlığa açıklamak istiyor, öte yandan kaos çıkarmak istemiyordum. Bir insanı canlandırabilir miydim? Belki evet, daha bilmiyordum. Labaratuvarımda bunu deneyebileceğim, kimsesiz olduğunu bildiğim bir kadavra vardı ama sakin olmalı, aceleci davranmamalıydım. Bunu başarabilirsem, onu ayağa kaldırabilirsem, ne tepki vereceğini bilmiyordum. Onu zorla burada mı tutacaktım? Canlandıktan sonraki süreç şu anlık sır olarak kalması gerekeni açığa çıkartabilirdi. Tarifin kötü niyetli insanların eline geçmesini istemiyordum. Planlı hareket etmeliydim ki zaten dünyanın bundan haberdar olması çok uzun sürmeyecekti.
Köpeğe mama verdim. Halen inanamıyordum. Sahibini, Fikret'i aradım ve labaratuvara davet ettim. Nedenini sorunca sürpriz olduğunu söyledim. İlk öğrenen o olacaktı, sonraysa aileme söylemeye karar vermiştim. Artık herkesin gözünde bambaşka biri olacak, tarihe geçecektim. Böyle bir iksiri bulmak, yaşayanları da ölümsüzleştirecekti. Fikret 1 saat sonra labaratuvara geldi. Kısa bir sohbetten sonra beraber ameliyathaneye yürümeye başladık. Halen neden buraya geldiğini bilmiyor, merak ediyordu. Yürümeye devam ederken "Hazır mısın?" dedim. "Neye hazır mıyım Emre?" dedi. "Gelmiş geçmiş en büyük buluşu görmeye hazır mısın Fikret?" diye cevap verdim. "Beklentimi yükseltiyorsun." dedi. "Merak etme, beklentinin karşılanacağından eminim." dedim. Kendisinin neyi beklediğini bilmiyordu, ameliyathane kapısının önüne geldiğinde onu durdurdum. "İçeride gördüklerin şu anlık sır kalmalı." dedim. Olumlu cevap aldım ve kapıyı araladım. Ameliyathanede gezen köpeği görünce anlamlandıramadı ve tepki vermedi. Pamuk Fikret'in yanına doğru yürüdü ve Fikret bana "Evet Emre seni dinliyorum, ne göstereceksin bana?" diye sordu. Pamuk, Fikret'in ayağına kadar geldi. Fikret eğildi ve başını okşamaya başlayıp "Pamuk'a ne kadar çok benziyor." dedi. Ben ise o anda "İşte sana göstermek istediğim bu Fikret, o zaten Pamuk." dedim ve Fikret'i izlemeye başladım. Duyduğuna anlam verememişti. Aniden ayaklandı "Nasıl?" dedi ve inanılmaz heyecanlı bir şekilde "Emre sen ne diyorsun?" diyerek devam etti. "Başardım Fikret. Ölümsüzlük iksirini buldum." dedim. "Olamaz, inanamıyorum." dedi ve sevinç çığlığı attı. Yere eğildi ve söylendi. "Emre bunu başarmış olamazsın, şurada bir izi vardı" dedi ve kontrol edip izi görünce tepkisi arttı. "İnanamıyorum ya, inanamıyorum." diye bağırdı sonra "Pamuk" diye seslenip köpeğin buna tepki verdiğini görünce iyice şiddetlendi sevinci. "Ciddi olamazsın." dedi kendince ve bana dönüp "Emre" dedi üzerine basa basa ve ayağa kalktı. Ellerini açtı ve tüm gücüyle sarıldı. "Emre inanılmazsın. Öyle bir şey başardın ki." dedi ve sonra ağlamaya başladı. "Çok teşekkür ederim, gerçekten inanamıyorum." dedi ve beni bırakıp Pamuk'u kucakladı. Onu öptü ve tekrar bana döndü. "Hayatını değil, hayatımızı değiştireceksin farkındasın değil mi?" dedi. "Evet öyle olacak." dedim büyük bir gururla. "İnsanları canlandırabiliyor musun? Bir dakika, anne. Annemi geri getirebilir misin?" dediğinde köpeği hızlıca yere bıraktı. Yavaşça "Emre" ismi çıktı ağzından, olabileceklerin daha da farkına vardığında. "Emre bununla neler yapabileceğini düşün. Kaybettiklerimizi geri getirebiliriz." dedi. "Belki evet, şu an sadece bir köpeği canlandırabildiğimi biliyorum. İnsan üzerinde deney yapmadım." dedim. "Ne zaman yapacaksın?" dedi. "Hazır hissettiğimde, sonuçlarını tam olarak öngörebildiğimde. Önce patent başvurusu yapmalı, insanlığa bunu açıklamalıyım." dedim. "Anladım, Pamuk'u götürebilir miyim?" diye sorunca "Evet ama sorgulayanlara yeni köpek edindiğini söyle lütfen. Ben zaten çok kısa süre içinde basına duyuru yapacağım." dedim.
Aradan 1 hafta geçti, patent başvuruları halledilmiş, inanılmaz bir haberin duyurusu yapılacağı bildirilerek basına haber verilmişti. Canlı yayınla, herkesin gözü önünde ölü bir hayvanı kaldıracaktım. Bu süre zarfında sadece ailemi konu hakkında bilgilendirmiştim. Biz toplamda 4 kişilik bir aileydik. Annem Selma, babam Hamdi ve ablam Ezgi. Söylediklerime inanamadılar. Onları labaratuvara davet edip gözlerinin önünde ölü bir hayvanı kaldırdığımda şoka uğramışlardı. Benimle gurur duyduğunu söylemişti babam. Bugünün akşamına kadar sır gibi sakladım bu bilgiyi, hiç kimseye söylememiştim. Özel bir labaratuvarda kameralar kuruldu, basın mensupları hazırlandı. Hayatımda ilk defa televizyon karşısına geçmenin mutluluğunu yaşayacaktım. Bütün insanlık beni dinleyecekti, bu duyguyu kelimelerle ifade etmem imkansızdı. Hazırlıklarımı tamamladım ve dünyanın karşısına geçip buluşum hakkında herkesi bilgilendirmeye koyuldum.
Flaşlar patlıyordu ve konuşmama başladım. "Merhaba sayın seyirciler, ben Emre Kaybolmaz. Hayatımın 20 senesini bugünün gelmesi için harcadım. Çok çalıştım, binlerce deney yaptım ve bugüne gelmeyi başarabildim." dedim ve önümdeki masada bulunan kafası parçalanmış kediyi işaret ederek, ona kameraların yaklaşmasını istedim. "Buraya dikkatli bakmanızı istiyorum. Tahminen 1.5 sene önce ölmüş hayvana bakmaktasınız. Beyni parçalanmış, tahminen taşıtın altında kalmış bu hayvancağız." dedim ve şırıngayı özel saklama kabına daldırıp içindeki iksiri çektim. Daha sonra kedinin beyin dokularına batırdım ve enjekte ederken konuşmama devam ettim. "Sihire ya da kuralların bükülmesine şahit olmaya hazır mısınız?" dedim ve birkaç saniye sonra sanki zaman geri alınıyormuşcasına hayvanın dokusu yenilenmeye başladı. O sırada kalabalıktan şok olmanın etkisiyle uğultu koptu. Birkaç saniyenin daha ardından nabızın atmaya başladığı görüldü. Basın mensupları bu tarihi anları fotoğraflamak için birbirleriyle kıyasıya yarış halindeydiler. Ve sonrasında önce kedi kıpırdadı ve sonra ayaklandı. Etrafına bakındı ve flaşlardan kafasını bana çevirdi. Habercilerin konuşmaları birbirine girmiş durumdaydı. Tüm dünyanın gözü önünde, kendi yaptığım özel iksirle hayvanı canlandırmayı başarmıştım. Dünya artık sadece beni konuşuyordu. Anlaşmalar, teklifler, istekler, öneriler ve eleştiriler. Değişim çağını başlatmıştım. Telefonum susmuyor, tüm ülkelerdeki cumhurbaşkanları, bakanlar, bilim insanları ve saygın kişiler, açıkcası neredeyse herkes tebrik mesajları gönderiyordu. Konu hakkında programlar yapılıyor, gazetelerin manşet haberlerine konu oluyordum. Sanki bir rüyada gibiydim fakat bu rüya fazla uzun sürmemişti...
Salgın
3. Bölüm -- Kötü Şeyler Oluyor
Tanınırlığımdan kaynaklı sokakta yürüyemez olmuştum. Evimin etrafında güvenlik güçleri bulunuyor, korumalarla geziyor ve devletin tahsis ettiği konvoylu araçlarla yolculuk yapıyordum. İnsan üzerinde yapacağim ilk deney için gün saymaktaydım. Bunun için gerekli yerlere başvurularımı yapıp toplamda 4 kadavrayı beklemeye koyulmuştum. İksirimin tarifini kimseyle paylaşmayacaktım. Onu insanlığa sunarken, kontrollü planlama oluşturmak için bilim insanları tarafından toplantılar yapmıştık. Başta sadece benim kontrolüm altında olan kısıtlı bir kullanım alanı oluşturulacaktı. Belirlenen alanlarda, devletin özenle seçtiği kişiler tarafından, geçmişinin her detayı araştırılmış, rastgele seçilmiş kişilerin hayvanları yüksek ücretle canlandırılacaktı.
Kadavraların bana teslim edildiği gündeydik. Aradan geçen bu süre zarfında iksirim dağıtılmaya, hayvanlar hayata geri döndürülmeye başlamıştı. Heyecanla ilk insansı deneyimi yapmak için labaratuvarımda hazırlanıyordum. O sırada telefonum çaldı. Arayan milli savunma bakanıydı ve bana "Olanlardan haberin var mı Emre?" dedi. "Ne oldu?" dediğimde, hemen televizyonu açmam gerektiğini söyledi. Yaptığımı bıraktım ve televizyonu açtım. Haberlere baktığımda gördüklerimi anlamlandıramamış, inanamamıştım. Teyide muhtaç olarak iksir enjekte edilen bazı hayvanların hırçınlaşmaya başladığı bilgisi yayılmıştı. İnsanlara karşı saldırgan tavırlar sergiledikleri, bunun iksirimden kaynaklı olabileceği söyleniyordu. Basının karşısında canlandırdığım kediyi ben sahiplenmiştim ve onda bu belirtileri görmemiştim. Anlamlandıramadım ve tesadüf olma ihtimalini göz önünde bulundurdum. Yine de es geçmek istemedim. Önce Fikret'i arama fikri geçti aklımdan çünkü ilk canlandırdığımız hayvanın sahibi oydu. Aradım fakat telefonuna ulaşılamıyordu. Sonra kendi kedime kontrolleri başlattım ve bir süre sonunda vücudunda herhangi sorun olmadığına emin olarak çok sağlıklı durduğu kanısına vardım. Bu sırada evimin önüne basın mensupları yığılmış, korumalar onları uzaklaştırmakla cebelleşmekteydi. Koruma müdürü beni arayıp açıklama yapacak mıyım diye sormuştu. Bunun üzerine dışarıya çıkıp konunun araştırıldığını söyleyerek kısa bir bilgi akışı sağladım. Sonra içeriye girdim ve ilk insansı deneyime kaldığım yerden devam ettim.
4 kadavradan seçtiğim : vücudu çürümüş, iskeletleri açığa çıkmış, beyin harici neredeyse tüm organları yok olmuş kimsesiz birisiydi. Otopsi raporunu okumaya gerek kalmadan yanarak öldüğü apaçık ortadaydı. Şırıngayı hazırladım ve enjekte ettim. Birkaç saniye içinde tüm organlar kendini yenilemeye başladı. Çürümüş iskelet normal durumuna geri dönüyor, deri kendiliğinden kapanıyordu. Sonra nabız atmaya başladı. Heyecandan delirmek üzereydim. O sırada hareketlendi ve doğruldu. Gözlerini açtı, kafasını bana çevirdi ve bir süre hareketsiz durup bana doğru bakakaldı. "Merhaba." dedim, cevap vermedi. Sonra bir anda kendini bıraktı ve nabzı kesildi. Bu durum biraz burukluk hissettirmişti fakat onu birkaç saniyede olsa canlandırdırdığımdan ötürü mutluydum. Hem, işe yaramış sayabilirdim, kontrollerim sonucunda vücudun tamamının kendini yenilediğini görebilmiştim. Aynı denek üzerinde yeniden iksiri kullanmalı mıydım? İkinci kez kullanıldığında neler yaşayacağımı bilmiyordum. Belki biraz beklemeliydim. Deneğin daha sonra hayata geri dönme ihtimalini düşünüyordum çünkü iksirim belki bunu mümkün kılabilirdi. Diğer kadavraya geçme kararı verdim ve aynı işlemi uyguladığımda, yine yenilenme başarıyla tamamlanıp nabız atmaya başlamış fakat yine kısa sürede kalp atışı durmuştu.
O gün çok yorulmuştum. Yaptığımı bırakıp dışarı çıktığımda basın mensuplarının sorularına cevap vermeden araca bindim. Eve gidecektim ama önce Fikret'in evine gitmeye karar verdim. Hırçınlaşma konusunu gözardı ediyormuş gibi görünsemde öyle değildi. Aklımın bir köşesinde beni tedirgin eden düşunce olarak kalmıştı. Fikret'le yüz yüze görüşmek ve köpeğinin hareketleri hakkında bilgi almak istiyordum. Evine gittim, kapıyı çaldım ama açmamıştı. Onun da benim gibi bekar olduğunu biliyordum. Apartmandan çıkarken orada yaşayan birisiyle karşılaşıp Fikret'i sorduğumda bir süredir onu görmediğini söylemişti. Evime gittim, ailemle saldırganlaşan hayvanlar hakkında biraz sohbet ettik. Ablam Ezgi "Emre bu haberler gitgide çoğalıyor, insanların hayatı tehlikeye girerse başımız belaya girer." dedi. "Abla kontrollerimi sağladım, benimle alakalı durum değil. Kimseye zarar geleceğini düşünmüyorum." diyerek cevap verdim. Böyle düşünüyor, bu şekilde inanıyordum. Fikrim sabaha karşı beni uyandırdıklarında değişecekti...
4.Bölüm -- Büyük Suç
Ablamın beni dürtmesiyle uyandım. "Abi hemen gelmelisin." dedi. Telefonumu aldım ve sayısız cevapsız aramanın geldiğini görerek hızlıca salona gittiğimde, annem ile babamın uyandığını, kanalların ise son dakika olarak ısırılma vakalarının haberini verdiğini gördüm. Farklı ülkelerden, biri ağır olmak üzere toplamda 15 kişinin yaralandığı söyleniyordu. Neler oluyordu? Telefonuma sarılıp milli savunma bakanını aradığımda daha önce hissetmediğim bir konuşma tarzı karşıladı beni. "Emre telefonları açmıyorsun, bu ne kepazelik!?" diyerek bana sert çıkıştı. Kendimi bozmadan "Üslubunuza dikkat edin, saygısız olurum." dedim. "Emre sana ulaşmaya çalışıyoruz. Ankara'dan bulunduğu şehire özel bir ekip gelecek. Yurtdışından temsilciler bize ulaşıp konu hakkında bilgilendirme talep ediyorlar. Tarifinin hayvanlar üzerindeki etkisi hırçınlaşmaya sebep oluyor ve artık yaralanan insanlar var." dedi. "Ne yapacağız?" diye sordum. "An itibariyle tüm faaliyetler durduruldu. Hakkında ve ülkemiz adına uluslararası davalar açılabilir. Seni acil koduyla toplantıya çağırıyoruz. Hemen sana mail atacağım adrese gelmelisin." dedi. "Peki geleceğim." diyerek cevap verdim ve kapadım.
Birkaç dakika sonra Milli Savunma Bakanlığı'ndan mail bildirimi geldi. Hemen hazırlandım ve dışarıya çıktım. Beni karşılayan manzara, normale kıyasla 5 kat daha fazla basın mensubu olmasıydı. Birbirine giren mikrofonlarla sorular ve patlayan flaşlar arasında hızla arabaya binip, şoföre gideceğimiz yeri söyledim. İlerlemeye başlamışken telefonumu çıkardım. Telefonum yalnızca belirli kişilerden gelen aramalara açık durumdaydı. Beni arayanları kontrol ettiğimde, Fikret'in beni bir kez aradığını gördüm. Onu geri aradım fakat cevap vermedi. Yol üzerindeydi, önce ona uğramaya karar verdim ve şoförü bilgilendirdim. Telefondan haberleri kontrol etmek istedim ve ilk girdiğim haber sitesindeki manşette "Son dakika, ölümsüzlük iksiri can aldı." yazısını gördüm. İşte o anda etrafım bulanıklaşmaya başlamıştı. Habere konu olan fotoğrafın kenarında, 2'si ağır 109 kişi yaralı yazısını bir saniyeliğine gördüm ve gözlerimi, kararırken, sımsıkı kapattım. Gerçek olamaz bu dedim kendi kendime. Sonra ön koltukta oturan korumam dürttü beni ve "Efendim, iyi misiniz?" dedi. "İyiyim." dedim yalancıktan. Telefona geri döndüm ve WhatsApp'tan bir bildirim düştü önüme. Labaratuvarın güvenlik biriminden sorumlu kişi altına "Ne yapalım efendim?" notu düştüğü bir video atmıştı. Ameliyathaneyi gösteren kameraların çektiği o görüntüyü izlemeye başladım. İnanamıyordum! Deneklerin ikisi de ayaklanmıştı. Şaşkın gözlerle etraflarına bakmışlar ve sonra hayata geri döndüklerini anlayıp birbirlerine sarılmışlardı. Yaşananları iyiye yormaya çalışarak beynimi kandırmaya çalışıyordum. Ölümsüzlük iksirini keşfettiğimden, haberlere konu olan hayatını kaybeden o kişiyi geri getireceğimi biliyordum. Sevinçliydim, başarısız değildim. Yaralananları da iyileştirebilirdim. Bu hayale inandırmıştım kendimi, ta ki çok geçmeden kıyameti koparttığımı anlayana kadar...
5.Bölüm -- Kıyametin Başlangıcı
Fikret'in evine gelmek üzereyken yanımızdan geçen ambulansların sayısında normalin çok üzerinde artış olduğu gördüm. Bunu aynı sayıda polis aracı takip etmişti. Yaklaşık 2 km kadar mesafe kaldığında mahalleye geldik ve standart olmayan durumu hemen fark ettim. Art arda duran arabalar trafiğe sebep olmuş, insanların sokaklara akın ettiğini gözlemlemiştim. Kalabalıktan hızımızı düşürmek zorunda kalmıştık. Bu mahalleyi iyi bilirdim, etraf asla bu kadar kalabalık olmazdı. Çoğu insan panik halinde oradan oraya koşuşturuyordu. Yavaşca ilerlemeye devam ederken, şoförüme arabayı durdurtup kapıyı açtım. Araba içinde duyduğum buğulu uğultu, yerini çok daha net duyabileceğim spesifik seslere bıraktı. Hızlı koşanların ayakkabılarını yere sertçe vurmasından dolayı çıkan tok sesin oluşturduğu gürültü etrafta yankılanıyordu. Onlarca korna sesi birbirine girmişti. Bağrışmalar duymaya başlamıştım. Seslerin nereden geldiğini anlamaya çalışırken kafamı oradan oraya çeviriyordum. İnsanların koştuğu tarafa doğru, bulunduğumuz mahallenin sonuna, sağ tarafa doğru baktım ve o anda korumaların "Hey, hey, hey." sesleri arasında, onları atlatarak soldan gelen birinin bana çarpmasıyla irkildim. Bana çarpıp hızlıca koşmaya devam eden kişiye bakmamdan 1 saniye sonra üzerimi kontrol ettiğimde kan bulaştığını gördüm. Silahlar ateşlenmeye başlamıştı. Etraftan her yaştan insanın çığlıklarını duymaktaydım. Arkamızda bulunan, konvoyun dışındaki araç sahipleri arabalarını bırakarak çıkıp koşmaya başladılar. Etrafa daha dikkatli baktığımda kan bulaşmış birkaç kişi daha fark ettim. Sonra çığlıklar, silahlar ve korna sesleri duyulmaya devam ederken, insanların uzaklaştığı arka tarafımız, kendini yayaların olmadığı bir sessizliğe bıraktı. Oranın sonuna, çok ileriye doğru baktım. Gözüm, görüş açımda olmayan bir yere doğru bağıran birine kaydı. Sokağın sonunda bulunan bu kişi yol ayrımında bulunuyor ve binaların görmemi engellediği sol taraftaki yola doğru bakarak haykırıyordu. Sonra o kişi, görüş açımda olmayan o yere bakmaya devam ederken hızlıca birkaç adım geriye attı ve kadraja bir kişi daha girdi. Yeni gözükmeye başlayan kişi yavaşca hareket ediyor, normalin dışında yürüyordu. Sanki ayaklarında problem var gibiydi. Ondan uzaklaşan kişi yerinde duraksadı ve duyamadığım birkaç şey daha söyledi. Farklı tarzda yürümeye devam eden kişi, aralarında 2 metre mesafe varken bir anda hızlandı. Kafasını ondan uzaklaşanın boynuna doğru götürüp şah damarını ısırdı ve parçaladı. Kan gölüne dönen etraf, şok olmuş vaziyette olayı izleyen ben. Korumamın yanıma gelip "Efendim gitmeliyiz." demesiyle ağzımdan tek bir kelime çıktı. "Olamaz..."
6. Bölüm - Yürüyen Ölüler
Hayat ile hayatımı sorgularken koruma ikiledi ve "Efendim hemen gitmeliyiz." dedi. Herkes tedirgin durumdaydı. Zombiye dönüşen bir insan görmüştüm. O zombinin arkasından, aynı şekilde yürüyen bir tane daha görüyordum. Sonra üç oldular, beş oldular derken gitgide sayıları arttı. Arabaya geri bindim ve ilerlemeye başladık. Şoför "Son söylediğiniz adrese mi gidelim efendim?" diye sordu. Fikret'lere gitmek istiyor, başına bir şey gelmesinden korkuyordum ve bu yüzden "Evet oraya gidelim." dedim ama daha önemli önceliğim vardı, ailem. Telefondan ablamı aradım ve açar açmaz ağladığını duydum. "Emre" diyerek başladı. "Abla, abla, iyi misin?" dedim. "Emre neler oluyor?" dedi. "Abla bilmiyorum, annem babam iyi mi?" dedim. "İyi değiller, çok panik durumdalar. Ne yaptın sen?" dedi. "Abla yanınıza gelicem, lütfen sakin olun, sakın dışarı çıkmayın. Şimdi kapatıyorum." dedim. Hemen neler olup bittiğini öğrenmek için bakanı aradım ama telefonuna ulaşılamıyordu. Telefonumdan hemen haber sitelerini kontrol ettiğimde "Kıyamet" manşeti atılmıştı.
İksirim yayılıyordu. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama insanları zombiye dönüştürüyordu. Ülkeler olağanüstü hal ilan etmiş, ordularını sokağa çağırmıştı. Binlerce kişinin zombiye dönüştüğü belirtiliyordu. Sosyal medyada parçalanmış insan cesetleri görmüş, ağlayan, kendini bir yere kapatan insanların videolarını gözlemlemiştim. "Ben ne yaptım? Neye sebep oldum? Kafayı yiyecektim. Ne oluyordu ya? Ne oluyordu! Gerçek mi bu? Gerçek olamaz, hayır. Hayır olamaz, ne yaptım ben?" diye söylendim kendimce. Fikret'lerin oturduğu binanın önüne geldik. Oradan oradan koşan insanları görmeye devam ediyordum. Açık olan kapıdan apartmana girdim ve korumalarımla dairenin bulunduğu kata çıkmaya başladık. 3. Kata çıkarken dairelerin kapılarının açık olması gözüme çarptı. Zile bastım, kapıyı tıklattım fakat kapıyı açmadı. Yanımda bulunan korumalardan en yakınımdakine "Kapıyı kırın." dedim. Ben geri çekildim ve bir koruma tekme atmaya başladı. 3. kez tekme attığında kapı sonuna kadar açıldı ve yüzü parçalanmış Fikret korumanın üzerine atlayarak bağrışmalar eşliğinde şah damarından ısırdı...
7. Bölüm - Bedel Ödeme Vakti
O kaosun içinde korkuyla aşağıya inerken apartmanda duyulan silah sesleri kulakları sağır edecek kadar şiddetliydi. Dışarıya çıktım ve panik halinde etrafa bakan şoföre ve bir korumaya titreye titreye "Gidiyoruz." diye bağırdım. Labaratuvara değil ailemin yanına gitmeliydim. Şoföre bunu bildirdim ve eve doğru yolculuğumuz başladı. O sırada tedirgin şekilde insanları bilgilendirmek maksadıyla sosyal medyaya girdim. Sayısız kişi Emre'nin açıklama yapmasını bekliyoruz diye yazmıştı. Bir şeyler söylemek zorundaydım ve açıklama yazmaya başladım. "Tüm vatandaşlarımızın dikkatine, ben Emre Kaybolmaz. Çok üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm. Hayatımızı değiştirmek için üzerinde çalıştığım ölümsüzlük iksirim canlıları diriltmeyi başarıyor fakat şu an bilmediğimden bir sebepten ötürü onları zombiye dönüştürüyordu. Görünen o ki hayal ettiklerim suya düşmüş vaziyette. Size söyleyebileceğim, durumun en kısa sürede çözülebilmesi için elimden gelen her şeyi yapacağımdır. Utanç verici bu durumdayım..." diye yazmaya devam ederken araç ani frenle durdu. Sağ ön koltukta oturan koruma hızla araçtan indi ve oturduğum yere yönelip bir hışımla kapıyı açtı. Sonra elini boynuma uzatıp "Milli Savunma Bakanlığı'nın verdiği yetkiye dayanarak sizi tutukluyorum." diyerek beni kelepçeledi...
8. Bölüm - Karakol
Gözaltına alınmıştım. Bir süre sonra karakola geldik. Oranın emniyet amirinin çok sinirli olduğunu gördüm. Tavırları ve yaklaşımıyla bunu belli etti ve küfürler ederek eşyalarımı alıp beni alt katta bulunan hücreye attırdı. Sona yaklaşıyordum, öyle bir bela açmıştım ki dünyanın başına. İki Polisle yanıma gelip "Ankara'dan seni almaya gelecekler, o zamana kadar buradasın." dedi. Ağlamaya başlamıştım. Amir "Ağlama lan orospu çocuğu, ağlama. Aileme ulaşamıyorum, eğer onların başına bir şey gelmişse gebertirim seni." dedi. "Özür dil..." diyecekken dışarıdan bağırma seslerinin geldiğini duydum. Hepsi bir anda beni bırakıp üst kata çıktı. Bağrışmalar eşliğinde 4 el silah sesi duydum. Korku içinde merakla neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Sanki korku filminde gibiydim. Hayatımda ilk defa bu kadar korkmuştum. Bir süre sonra, hücremin bulunduğu alt kata inilmesine yarayan merdivenlerden birinin geldiğini gösteren ses duyuldu. Birkaç saniye sonra aşağıya biri yuvarlanmaya başladı ve o kişi görüş açıma kadar düştü. Polis'ti ama "İyi misin?" demeye kalmaz ayaklandı ve o an korkuyu iliklerime kadar hissettim. Çünkü şah damarından ısırılmış vaziyette yüzü gözü kan içindeydi. Bana doğru yavaş adımlarla yaklaşıyordu. Pür dikkat ona bakarken biraz daha yaklaşınca hızlıca bana doğru atıldı ve demirliklere doğru yapıştı. Ağzını demirliklerin arasından geçirmiş ben ise kendimi geriye doğru atmıştım. Ellerim kelepçeli olduğu için hiçbir şey yapamıyordum. "Burada kısılı kaldım ve ölücem." diye düşünürken Polis'in anahtarlığını gördüm. Kemerinde asılıydı. Soğukkanlılığımı koruyarak yaklaştım ve anahtarları almayı başardım. Ellerimi açtım ama kapıyı nasıl açacaktım. Bu yürüyen ölü beni kapana kıstırmıştı. Demirliklerin arasından onu yere düşürene kadar tekme attım. Yere düştü ve o arada anahtarlarla demirliklerin arkasından kilidi açmayı başardım. Merdivenlere doğru yöneldim, yukarı çıktım ve o anda 10 - 12 tane yürüyen ölünün bana doğru geldiğini gördüm. Arkamı dönüp hücreye gidecektim fakat aşağıya baktığımda daha demin yere düşürdüğüm yürüyen ölünün merdivenin başında beklediğini gördüm. Resmen kapana kısılmıştım...
9. Bölüm -- Bir Dost
Ne yapacağım diye düşünmeye bile zamanım yoktu. Bu kadar fazla yürüyen ölü ile nasıl başa çıkacaktım ki? Kaderime razı gelmeyi kabul ederek, oracıkta durmaya karar verdim. Gözlerimi kapattım ve sonra arkadan birkaç el silah sesi duyuldu. Kafamaı kaldırdım ve çıkış tarafından gelen yürüyen ölülerin tek tek yere düştüğünü gördüm. Biri bana yardım etmeye çalışıyordu. Sırayla hepsini indirirken alt kattaki, basamakları çikmaya çalışan zombiye doğru baktım. Bana yardım eden kişi sinirle yanıma geldi ve kafamı çevirdiğim yöne doğru baktı. Sonra elindeki pompalı tüfeği ateşleyip beynini dağıttı. Ortamda bir sessizlik olmuştu. Bana kaşlarını çatmış şekilde bakan adama teşekkür etmek istedim ve o anda silahını kaldırıp kabzasını suratıma indirdi.
Gözlerimi açtığımda karşımda bir bayan gördüm. Bir binada, çatı katındaydık. Tüm şehri görebileceğimiz bir yerde bulunuyorduk. Ona bakarak neler olduğunu sormak istedim. "Sen bize ne yaptın böyle?" dedi yüzünü asarak. "Özür dilerim, herkesi kurtarmak, yardım etmek istemiştim." dedim. Kafamı başka yere çevirdim ve o sırada beni kurtaran adamı gördüm. Doğruldum ve yanına gittim. Ne söyleyeceğimi bilememiş, teşekkür ederek başlamak istemiştim. "Sana ne söyleyeceğimi bilemiyorum." dedim ve o anda 2 eliyle yakamdan tutup "Sus lan! Hiçbir şey söyleme." dedi ve bıraktı. "Neden buraya geldik, ne arıyoruz burada?" diye sordum. Sözlerine "Bak benim adım İbrahim." diyerek başladı ve devam etti. "Sana dostlarımın ölmesinden, hayatımızı sikmemizden sinirli değilim sadece." dedi ve ekledi. “Sen eğer ne yaptıysan artık bunu düzeltemezsin” dedi. "Neden böyle söylüyorsun, neden bu kadat karamsarsın?" dedim. Ben daha durumun farkında değildim. Bana güldü, çatının kenarına yürüdü ve sonra "Gel gel. Sadece aşağıya bak." dedi. Oraya gittim ve aşağıya baktım. Milyonlarca kişinin katılmış olduğu bir mitinge bakıyor gibiydim. Birbiriyle neredeyse bitişik, sayısı milyonları aşmış yürüyen ölüler ordusuna bakıyordum...
10. Bölüm -- Aile Korkusu
O kadar çoktular ki. "Bunu ben yapmış olamam, bu bir kabus olmalı." tepkisi verdim. İbrahim “Sen şu anda o kadar günahkar birisin ki. Bütün dünya senin iksirinin iyi bir şey olacağını düşünmüştü ama görüyoruzki hayatımızı yok ettin." dedi. "Böyle olmasını beklemiyor..." derken araya girdi. "Bu yüzden hayattasın Emre. Kötü niyetle yapmadığını biliyorum. Bunu başlattın ve çözecek olan da sensin." dedi. Aklımdan vurulmuş gibi oldum o anda. Panzehir mi? İşte bunu daha önce hiç düşünmemiştim. "Neden sustun, konuşsana." dedi. "İbrahim, iksirin tam olarak nasıl bir etki sağladığını bilmiyorum. Nasıl yayıldı ve nasıl bu hale geldi hiçbir fikrim yok." dedim. "Ne demek bir fikrin yok!" diye bağırdı ve devam etti "Bunu çözemeyeceğini mi söylüyorsun?" dedi. "Çözüm mü, tam olarak neyi çözeceğim? Aşağıdakilerin tamamı ölü İbrahim. Zehirli bir gaz yapıp toplu katliam sağlayabiliriz belki ama onları geri getirebileceğimizi sanmıyorum, artık çok geç." dedim. "Kahretsin. Ne kadar kötü bir durumda olduğumuza bak. Gıda sıkıntımız olacak, muhimmatımız bitecek, ne yapacağız? Nereye kadar ilerleyeceğiz Emre? Hayatımda hiç bu kadar korkmamıştım. Kıyamet geldi farkında mısın? Tanrı'dan önce bunu başardın, bravo! Şimdi ne yapmayı planlıyorsun, planın var mı?" dedi. "Bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum." derken ailem aklıma geldi. Bunların arasında ailemi göz ardı etmiştim, onlar ne durumdaydı? Ya onların başına da böyle bir şey geldiyse , ya onlar da birer yürüyen ölüye dönüştüyse diye düşündüm. Onları aramaya karar verdim ve İbrahim'e "Emniyette eşyalarım vardı, aldınız mı?" dedim. "Telefonunu soruyorsan bende. Sarjı bitmek üzereydi, doldurduk." dedi. Elini cebine atıp çıkardı ve bana doğru fırlattı. Ablamdan başlayarak hepsini aradım fakat ulaşılamıyordu. Tedirgin olmuştum. Onlarsız yapamazdım, yaşayamazdım. Yanlarına gitmeliydim. İbrahim'e "Aileme ulaşamıyorum, yanlarına gitmeliyim. Buraya nasıl geldiniz?" diye sordum. "Binanın kanalizasyona bağlanan bir kısmı var bodrum katında. Kanalizasyon aracılığıyla buraya ulaştık ama çok tehlikeliydi. Yürüyen ölüleri zor atlattık, orayada girmişlerdi." diyerek devam etti. Ailem için her şeyi yapmaya hazırdım, gidecektim. İbrahim'e "Benimle gelin, önce ailemi bulalım. Sonra çalışma yapabileceğim uygun bir yere geçeceğiz ve durumu çözmek için uğraşacağım. Neler yapabileceğime bakacağım." dedim. Kabul etti. Gözlerimi açtığımda gördüğüm kadın Beyza. İbrahim, Beyza'nın hayatını kurtarıyor ve beraber gezmeye başlıyorlar. Beyza'nın yanına gittim ve sohbete başladım. "Nasılsın?" dedim. Bana alaycı bir tavırla baktı. "Çok iyiyim ya, gerçekten çok iyiyim. Biliyor musun, kabullendim. Kendimi oyunda gibi hissediyorum ve zevk alıyorum. Eşimi gözümün önünde parçadılar ve seni öldürmem gerekirken tepkisizim. Umudumu inandığım Tanrı'ya ayırmış durumdayım. Herkes ölecek Emre. Ve hep beraber orada buluşacağız. Kim bilir, belki Tanrı'nın kıyamet planı sendin." dedi. "Üzgün..." dememe kalmaz "Kes, kes." dedi. İbrahim yanımıza gelip söylediklerimi Beyza'ya aktardı. Beyza zaten heyecan arıyordu ve hemen malzemelerin bulunduğu çantasını taktı. İbrahim de hazırlanıp yanıma geldi. Gitmek için hazırdık ve çatının çıkışına doğru yürümeye koyulduk. Biraz sonra telefonum çalmaya başladı. Arayan kişi, hayvanları canlandırmak için iksirimin sunulduğu kısıtlı alanlarda görevliydi. Telefonu açtım ve "Alo, efendim." dedim. "Emre hayattasın, öldüğünü sanmıştım. Adım Güney ve sana söylemem gerekenler var." dedi. "Ne söyleyeceksin?" dedim. Şöyle cevap verdi. "İksirinle alakalı tam kapsamlı araştırmayı tamamladık. Artık virüsün nasıl yayıldığını biliyoruz. En önemli olan şu ki, iksirin hırçınlaştırmaya sebep olmuyor..."
11. Bölüm -- Çok Daha Kötüsü
Bilgilendirmeye başlayınca, görünenin ötesinde bir salgın başlattığımı ve bazı düşüncelerimin yanlış olduğunu fark etmiştim. İksirim canlıları hırçınlaştırmıyor ve onları zombiye dönüştürmüyordu. Aslında onları virüs bulaştırabilen, aktif dağıtıcı konumuna getiriyordu. Tükürük salgıları zararlı hale gelenler, başkasınının vücuduna o salgıları aktardığında, onun önce hırçınlaşmasına, sonraysa zombiye dönüşmesine yol açıyordu. Fakat iksiri kullananların zombiye dönüşmüş olduğu anlamına gelmiyordu. Ortada zombiye dönüşme ihtimalinin bulunması, virüsün bir şekilde yayılmasına olanak sağlamaktaydı. İnsanların tükürüklerini bir şekilde bazı yerlerde bırakıyor olması, onu dağıtması ya da saçması, hayvanların insanlarla bu kadar iç içe oluşu gibi nedenler, salgıların vücuda kolayca girebilmesini, virüsün hızla yayılmasını sağlamıştı. Bütün bunlar çok daha kötüyü de bildiriyordu. Sivrisinek gibi taşıyıcı rolünü üstlenebilen küçük hayvanların iksiri tüketmiş olması ya da iksiri kullananların zehrine maruz kalması onları da zombiye dönüştüren canlılar haline getirmişti. Hayatta kalmak için sadece insanlara değil, canlı olan her şeye dikkat etmek gerekiyordu. Virüsü kapan kişinin zombiye ne zaman dönüşeceği belirsizdi, virüs evrimleşerek daha etkili hale geldiğinden bu sürenin kısaldığı düşünülüyordu. Son olarak hırçınlaşmanın, vücudun virüsü savunurken verdiği reaksiyon olduğu tespit edilmişti, ve eldeki verilere bakıldığında bilinen şu ki, virüsü kapan kesin olarak zombiye dönüşüyordu.
Beyza ve İbrahim ile çatıdan çıkıp asansöre bindik ve aşağıya inerken Fikret'in nasıl zombiye dönüştüğünü sorguladım. Kedisiyle haşır neşir oluşundan virüs kapmış olabilir ya da sivrisinek veya arı ısırmıştı onu, bunu bilmiyordum. İksir kullanan hiç kimseyle yanyana gelmemeliydik ve etrafımızı kapatan koruyucu kıyafetler giymeliydik. İbrahim bana da bir silah vermişti. Bodrum katında durduk ve indik. Etraf çok sessizdi. Sonra biraz yürüyüp kanalizasyona girmemizi sağlayacak olan yere geldik. Yuvarlak girişe sahip, demir basamaklarla aşağıya ineceğimiz bu yer karanlık olacaktı. Hepimizin elinde el feneri mevcuttu. İbrahim kapağı kaldırdı ve el fenerini yakıp aşağıya inmeye başladı. Yere ayak bastığında yukarı bakıp "Gelin, ortam temiz." dedi. Ardından ben ve sonrasında Beyza aşağıya indik. Dairesel biçimde inşa edilmiş bir yolun üzerindeydik. Etraf pis kokuyordu. İbrahim "Gidebileceğimiz yere kadar gidelim. Yolun sonunda kontrollü bir şekilde dışarı çıkıp ardından araba ediniriz. Sonra ailene ulaşıp kalabileceğimiz güvenli bir yer bulacağız." dedi. Fenerlerle önümüzü aydınlatarak yürümeye başladık. İlk dışarı çıkış kapağının önüne yaklaşırken zombi seslerini duymaya başlamıştık bile. Oraya gelip yukarı baktığımda kapağın üzerine basan zombiler görmüştüm. Devam ettik ve sağ ile sola gidebileceğimiz yol ayrımına yaklaşmaya başladık. İbrahim önden gidiyordu ve tam yol ayrımına geldiğinde aniden çıkan bir zombi üzerine fırladı...
12. Bölüm - Ölülerden Kaçış
İbrahim zombiyle boğuşmaya başlamışken bağırıyor, sesi kulakları titretecek şekilde yankılanıyordu. Ağzını açmaya çalışan zombinin ağzını kapatmak için bir eliyle çenesine alttan baskı uyguluyor, diğer eliyle boynundan tutarak kendisinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. Beyza'yla ben silahımıza davranıp çıkarttık ama aramızdaki mesafeden ötürü ateş edemedik çünkü hızla etraflarında döner durumdaydılar. Beyza süratle yanlarına kadar gitti ve ateş etmek için uygun anı kollamaya başladı. O sırada bana doğru dönmüştü ve "Arkanda, dikkat et!" diye bağırdı. 1 saniyeliğine arkama baktım ve 3 tane yürüyen ölünün yavaşca bize doğru geldiğini gördüm. Öndeki, ağzına fare tutuşturmuştu, onu yiyordu. Silahımı çıkarttım, biraz yaklaştım ve öndekinin kafasına nişan alıp ateş ettim. Yere yığılan ilkinin ardından diğerine nişan almaya geçtim ve o sırada arkadan İbrahim'in "Aaaaahhhh" diye bağırdığını duydum. Kafamı oraya çevirdiğimde, zombi İbrahim'in elini parçalıyordu. Beyza o anda hızla karar verip, boğuşmanın içinde rastgele bir yere ateş etti. Boynundan vurulan zombi İbrahim'i bıraktı ve yere yığıldı. İbrahim acı içinde bağırmaya devam ederken önüme döndüm ve 2 zombinin arkasından en az 10 tane daha zombi geldiğini fark ettim. Hızla İbrahim ve Beyza'nın yanına koştum. Beyza İbrahim'i omuzlayıp hareket ettirmeye koyulmuştu. "Beyza onu bırakmalısın, birazdan zombiye dönüşecek." dedim. Üzgün şekilde İbrahim'e döndü. İbrahim sessizleşmişti. Yutkundu ve bana bakıp "Söz ver, bu durumu çözeceksin." dedi. Beyza ağlamaya başladı. "Çok üzgünüm, çok. Beni kurtardığın için teşekkür ederim." dedi. Çantasını hızlıca sırtından çıkarttım ve ben taktım. İbrahim'e dönüp "Söz veriyorum elimden geleni yapıcam." dedim ve onu bırakıp yolumuza hızlı adımlarla devam ettik. Yaklaşık yarım saat yürüdük. Biraz yorulmuştuk ve bu yüzden yavaş adımlarla ilerliyorduk. Yol ayrımına geldiğimizde yine dikkatli bir şekilde silahlarımızı her an kullanacakmışız gibi etrafı kolaçan ettik. Sol tarafı seçtik ve yolumuza devam ettik. Biraz sonra daha fazla ilerleyemeyeceğimiz bir konuma gelmiştik. Son çıkış kapağını bulmuştuk. Merdivenlerden yukarı çıkmaya başladım. Sona geldim ve kapağı açmaya çalıştım fakat açılmadı, sıkışmıştı. İyice zorlamıştım ama açılmıyordu. İşte o anda kanalizasyonun sonunda zombiler ortaya çıktı. Bize doğru gelirlerken Beyza "Çabuk olmalısın, ölücez burada." dedi. "Açılmıyor, kahretsin!" diye bağırdım. Çıkmaza geldiğimizden yürüyen ölüler bizi kapana kıstırmıştı. Beyza ateş etmeye başladı. Kapağı zorlamaya devam ettim ama açılmıyordu. Kafamı zombilere doğru çevirdiğimde sayılarının çok fazla olduğunu gördüm. Beyza'nın mermi doldurması, doğru isabet alamaması ya da alsa bile tek mermide etkisiz hale getirememesinden dolayı artık çok yaklaşmışlardı ve ne yapacağımı bilemiyordum. Beyza geri geriye adımlarını atarken artık adım atacak hali kalmamış, sıkışmıştı. En yakın zombiyle arasında 6 adımlık mesafe kalmıştı. Bir kere deneme şansım vardı. Tüm gücümü kullanarak yukarı baskı uygulayarak ittirdim ve şükür ki kapak açıldı. Hızlıca merdivenlerden yukarı çıktım. Aşağıda kalan Beyza'ya yardım etmek istiyordum. Hızlanması için elimi aşağıya uzattım. İlk basamağa bastı ve tam çıkmaya başlayacakken yürüyen ölü onu ayağından ısırdı...
13. Bölüm -- Kahreden Acı
Bunun etkisiyle Beyza'nın ayağı boşa düştü ve dengesini kaybedip zombilerin üzerine kapaklandı. Çığlıklar eşliğinde onu yemeye başladılar. Sürü ile birlikte gezen sırtlanların ziyafeti vardı sanki. Kendimi çok suçlu hissediyordum. O kadın da benim yüzümden ölmüştü, herkes benim yüzümden ölüyordu. Kendi kendime “Kim bilir kaç kişi ölmüştür.” dedim. Etrafa baktım biraz, bana yakın olmayan bölgelerde birkaç zombi görmüştüm ama genel olarak güvenli gözüküyordu. Yoluma devam ettim. Yollar bomboştu, yaşam belirtisi gözükmüyordu. Camları parçalanmış arabalar, yağmalanmış dükkanlar, kan izleri gibi detaylar vardı. Burayı biliyordum, evim biraz uzaktı. Yürüyerek gidip enerjimi harcamak istemedim. Bir araba ile gitmek istiyordum. Sessizce etrafa bakıp eski bir araba buldum. Klasik hırsız yöntemiyle kabloları birbirine sürterek arabayı çalıştıracaktım. Birkaç denemeden sonra başardım. Gaza basıp sakin bir şekilde yoluma devam ederken eve yaklaşıyor, sağa sola bakıyordum. Araç sesini duyan zombiler benim tarafıma doğru adımlarını atıyordu. Eve gelmeme az kalmıştı, yaklaşıyordum. Biraz sonra sokağa geldim. Biz villaların bulunduğu elit bir semtte yaşamaktaydık ve her yer kan içindeydi. Sanki katliam yaşanmıştı. Birkaç dakika sonra villanın önünde durdum. Bahçeye açılan kapımız kan içindeydi ve açıktı. İçeri yavaş adımlarla girdim ve evin dış kaplamasında da çeşitli kan izleri gördüm. Umudum gitgide azalıyordu, kendimi "Umarım kötü bir şey olmamıştır." diyerek telkin etmeye çalışıyordum. Evin kapısının önüne geldim. Kapıyı tıklattım. Birkaç saniye sonra bir ağlama sesi işittim. Bu annemin sesine benziyordu. Sesin kaynağı gitgide yaklaştı, sonra kapı açıldı. Annem açmıştı kapıyı ve ağlıyordu. Beni görünce sarıldı. Sevinçliydim çünkü yaşıyordu. "Ne oldu?" dedim. "Oğlum, çok üzgünüm." dedi. "Anne ne oldu söylesene." dedim. Ağlıyor cevap vermiyordu. Hızla içeri girdim ve salona yürümeye başladım. Yerde kan izleri belirmişti. Salona geldim. Babam kanepede oturmuş, başından vurduğu ablamın cesedine bakarak ağlıyordu...
14. Bölüm -- Bir Umut
O an sanki kısa süreliğine beynim durdu gibi oldu. Şoka girmiştim. Anneme ve babama bunun nasıl olduğunu sordum. Babam "Onlardan birine dönüştü, bende vurdum. Başka seçeneğim yoktu." dedi. Kendimi çok garip hissediyordum. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Bir babanın kendi kızını vurmasını zaten hiç istemezdim fakat kendi babamın, ablamı vurması çok garipti. Anılarımız aklıma geldi ve suç ile karamsarlığı zirvede yaşamaya başladım. İki elimi yanaklarıma bastırarak ağlamaya koyuldum. O sırada ablamın elinin titrediğini gördüm. Annem ne dediğini bilmedigi için bir anlığına "Yaşıyor, yaşıyor!" dedi heyecanla. Onlara "Uzaklaşın hemen." dedim. Ablam garip sesler çıkartarak yavaşca ayağa kalktı. Biz ondan uzaklaşmıştık. Bize doğru yönelirken babam silahını çıkardı ve ateş edeceği anda "Hayır" dememe kalmaz bunu yaptı. Büyük gürültüyle silah patladı ve ablamın kafası parçalandı. Etrafta zombiler görmüştüm ve artık bu ses onları bize çekmişti. "Hemen buradan gidiyoruz, hazırlanın." dedim. Bunu derken nereye gideceğimizi bilmiyordum. En güvenli yer çatı katında uyandığım o bina gibi gözüküyordu. Şu an bildiğim burada kalamayacağımızdı. Ailemi tehlikeye atamazdım. Hazırlanırlarken dışarıdan anons yapılmaya başlandı. "Yaşayan var mı? Sesimizi duyan var mı?" anonsu yapılıyordu. Birkaç el silah sesi duyuldu ve o ara ailemle beraber hemen dışarıya çıktık. Bu içinde askerlerin olduğu, çift katlı bir otobüstü. Etraftaki yürüyen ölülere ateş eden kişiler görüyordum. Bu kişiler virüsten korunmak amacıyla tüm vücudunu saran giysiler giymişti. Ters yöne ilerlerken arkalarından bağırdım ve o anda üst katta olan birisi beni fark edip otobüsün durmasını sağladı. Otobüs bize doğru geldi ve içinden birisi indi. Yanına yaklaşırken beni görünce "Emre buradasın demek. Dünya'yı ne hale getirdiğine bak. Aferin!" dedi. Yanına gittim ve "Ailem burada, bize yardım edin. Durumu çözmek için çalışabilirim." dedim. "Bizler askeriz, ben Yüzbaşı Mustafa. Güvenli bir yerimiz var, askeriyeye topluyoruz insanları, kalmak istiyorsanız gelebilirsiniz. Ayrıca sanırım labaratuvara ihtiyacın olacak. Bir şekilden sana bunu sağlayabiliriz." dedi. Kabul ettik. Plansızdım ve ne yapacağım hakkında net fikir sahibi değildim fakat annem ve babamın güvende olmasını istiyordum. Giydikleri kıyafetlerden bize de verdiler ve otobüse binip rütbeli askerin dediği yere, askeriyeye geldik. Nizamiye önünde güvenlik had safhaya çıkartılmış durumdaydı. İçeri girmeden silahım dahil eşyalarımız alındı ve virüsü taşıyormuyuz diye testlere tabi tutulduk. Ailem ile ben temizdik ve sonra içeriye girdik. Burası mini şehir tadındaydı. Etrafta pek çok sivil görüyordum. Aldığım bilgiye göre siviller bölüklere yerleştirilmişti. Askeriyeler çok korunaklı olurdu. Etrafı çitlerle örülü durumda, kulelerine nöbetçiler dikilirdi ama burası ekstra korunaklıydı. Çitler sağlamlaştırılmış ve uzatılmış, nöbetçi sayısı arttırılmıştı. Tugay komutanının yanına geldik. Adı Turhan'mış ve ona ailemin güvende kalmalarını istediğimi söyledim. O ise "Sen bu olayını çözebilecek misin?" dedi. Ağlamak istiyordum. "Doğruyu söylemek gerekirse bilmiyorum. Çalışmalıyım." dedim. "Sana gereken şartları sağlayacağız. Ailen burada bizimle güvende olacak. Bugün dinlenin, yarın ne yapacağımıza bakarız." dedi. Ondan kendimi korumak maksadıyla silah istedim. Bunu bana sağlayıp isteğimi yerine getirdi. Silahı aldım ve kalacağımız yere gittik. Beni tanıyanların tepkisi olabileceğinden sadece ailem ve benim kalacağım özel bir lojmana yerleştirilmiştik. Yemek yedik ve odalarımıza geçtik. Annem ve babam çok üzgündü. Yaşananlar ve ablamın ölmesi onları kahretmişti. Duş alıp kendime ait odaya geçtiğimde düşüncelere daldım. Gerçekten çözebilecek miydim? İmkansızdı, imkansız. Geri dönüşü olmayan yola sokmuştum koca dünyayı. Bugün olmazsa yarın elbet herkes zombiye dönüşecekti. Tabur komutanından aldığım silaha bakıyordum. Şeytan dürtüyordu. Ben, kendimi dürtüyordum. Elime silahı aldım. Kafama dayayıp ağlamaya başlayarak "Bunların hepsi benim suçum." diye bağırdım ve ateş ettim...
15. Bölüm -- Kısa Zamanlı Ayrılık
Hiçbir şey olmamıştı. Tekrar tetiğe bastım ama silah ateşlenmiyordu. Sarjörü kontrol ettim, içinde mermi yoktu. O sırada odaya tabur komutanı Turhan daldı ve beni o halde gördü. "Buna kalkışacağını biliyordum. Kendini çok suçlu zannediyorsun farkındayım ama sen insanlara yardım etmek istedin, böyle sonuçlar doğuracağını sende bilemezdin. Ben sana güveniyorum, düzeltebilirsin. Kendine gel." diye devam etti. Ardından elimden silahı aldı ve "Numaranı söyle seni kaydedeyim. Benimle istediğin zaman iletişime geçebilirsin." dedi. Numaramı verdim, beni çaldırdı ve sonra odadan ayrıldı. Bense dinlenmek için yattım ve uyudum. Sabah kalktığımda dışarı çıkıp biraz gezmek istedim. İnsanlar burada olduğundan mutluydu ama çoğu sevdiklerini kaybetmişti. Beni görünce suratlarını çeviriyorlardı. Aralarından biri "Demek o sensin!" diyerek, uzaktan bağıra bağıra yanıma koşmaya başladı. Başucuma gelir gelmez suratıma yumruk attı. Sarsaklandım ve toparlanıp kendimi korumak için ona yumruk atıp “Bilerek mi yaptım, böyle olacağını nerden bilebilirdim?" dedim. Karşılıklı söz atışmalarından sonra kendimize geldik. Kavga etmenin hiçbir şey çözmeyeceğini anlamıştık. Ona "Ben de ablamı kaybettim. Çok üzülüyorum ve kahroluyorum olanlar için ama böyle olmasını istemezdim. Amacım ölümsüzlük iksirini bulmaktı ama bambaşka durumlara yol açtı. Çok özür dilerim." dedim. Hiçbir şey demeden suratını asarak yanımdan ayrıldı. O sırada askerlerden birisi gelip "Tabur komutanımız sizi büyük alanda bekliyor." dedi. Oraya doğru yürümeye başladık. Biraz sonra kocaman alana ulaştığımızda tabur komutanı üzerinde H yazan dairesel alanın önünde bekliyordu. Etrafı asker doluydu. Ona doğru yürürken helikopter sesi duyuldu. Helikopter inişe hazırlanırken komutanın yanına geldim. "Seni almak için geldiler. Yaklaşık 1 saat önce beni arayıp durum raporu istediler. Senin burada olduğunu söyledim." dedi. "Neden bana ihtiyaç duyuyorlar?" derken helikopter bulunduğumuz alana yakın indi. Yanıma 3 tane iri yarı, koruma kıyafetleri giymiş adamlar geldi ve aralarından birisi "Bizimle geleceksin. Helikoptere bin." dedi. "Neden?" diye sordum. "Sence niye olabilir? Bu kadar insan senin yüzünden öldü. Sadece bu ülke için değil bütün ülkeler karışmış durumda. Başlattığın şey eğer her neyse bütün Dünya'ya bulaştı. Seni çağırmamızın sebebi buna bir çözüm bulabilmene yardımcı olmak. Senin gibi olan insanlar için laboratuvar kurduk. Ceyhun Bey seni bekliyor olacak." diye devam etti. Kabul etmek zorundaydım. Başlattığımı bitirmeye gidecektim. Ailemle vedalaştım. Onlara "Sizi buradan bırakıyorum ama geri dönücem, sizi çok seviyorum." dedim. Bana kendimi suçlamamam gerektiğini söylediler. Annem "Ölümsüzlük iksirin çalışınca herkes köpek gibi ayağına gelmişti." dedi. Ardından babam devam ettirdi ve "Gazetelere çıkmıştın, televizyonlarda adın hiç düşmüyordu unuttun mu? Sen iyi bir şey yapmaya çalıştın ama olmadı." dedi. Ailemle vedalaşıp helikoptere bindim. Biraz havalandıktan sonra aşağıya baktığımda ağladıklarını gördüm. Veda ediyor gibiydik, bir daha birbirimizi görmeyecekmişiz gibi. Benim de gözlerim dolmuştu. Çok büyük suç işlemiştim ama tekrar her şeyi eski haline getirmek için elimden geleni yapacaktım. Yanımda oturduğum "Gideceğimiz yeri ailene bile söylemeyeceksin. Laboratuvar olduğunu söyleyebilirsin fakat nerede olduğumuzu asla bilmeyecekler." dedi. Nereye gidiyorduk? Yaklaşık yarım saat sonra denizin üstündeyken "İşte geldik." dedi. Dümdüz, ortada sadece deniz suyunun olduğu alanın üstünde söylemişti bunu. Bende ona bakarak "Burada hiçbir şey yok." dedim. O da gülerek "Her şey göründüğü gibi değildir." dedi...
16. Bölüm -- Karargah
Deniz yüzeyinde kabarcıklar oluşmaya başlamıştı. Sonra denizaltı görünür oldu. Denizaltının içinde miydi labaratuvar? Ne kadar büyük olabilirdi ki? Helikopter alçaldı ve denizaltına yarım metre kala havada olduğu yerde durakladı. Aşağıya indik ve gemiinin girişine yöneldik. Standart yeraltı gemisinde olduğu gibi girişi yuvarlaktı. Asıl şaşırtıcı olanı içine girdiğimizde öğrendim. Yeraltı gemisiyle denizin altında kurulan karargaha gidecektik. Aradan yarım saat geçtikten sonra duraksadık. İndiğimiz yer kapalı bir alandı. Denizaltı buraya girdikten sonra kapakları tamamen kapatılıp denizle bağlantısı kesiliyordu. Daha sonra içerideki su boşaltılıp süreç tamamlanıyordu. İndik, karşımda kocaman bir kapı vardı. Kapı açıldı ve ardından bizi birkaç yeni görevli karşıladı. Yanımdakilerden önde bulunan birisi yanlarına gidip bir şeyler söyledi. Sonra üzerimi arayıp eşyalarımı aldılar ve ardından yürümeye başladık. İleride korkuluklar görüyordum. Oraya geldiğimizde aşağıya uzanan katlara ayrılmış alan karşıladı bizi. Metrelerce uzunluktaki bu oval alanı saran merdivenlerden aşağıya inmeye başladık. Etrafta görevliler görüyordum. Beyaz önlüklü doktorlar, silahlı nöbetçiler, aşçılar, temizlikçiler ve başka görevlerde bulunan kişiler vardı. 7 kata ayrılmıştı burası. Her kat kendine özel bir amaç için ayrılmış durumdaydı. En üst yani denizaltından indiğimiz kattan başlayarak diğer katlara inilmesini ve çıkılmasını sağlayan eğimli düz yol gidiş gelişi sağlıyordu. En üst kat hariç katlar sağ tarafa uzanan koskocaman geniş alanı kapsamaktaydı. Eğimli yoldan inen kişi kata geldiğinde, yürüdüğü o yol düzleşerek katın kendi kısmı olacaktı. Sapmadan yürümeye devam ederse alt kata inmesini sağlayan eğimli yola tekrar ulaşacaktı. Eğer saparsa yani sağa yönelirse katta bulunan alanlar bekliyordu onu. Kimi katlar malzeme deposu olarak kullanılmış, çoğu kat barınacak yer olarak ayrılmıştı. En alt katta bilgisayarla uğraşan, oradan oraya yürüyen, belgeler taşıyan tahmini yüzden fazla kişi görmüştüm. Önce 3. katta durduk ve kalacağım yer gösterildi. Sonra 1. kata indik ve sağ tarafa doğru yürümeye başladık. Boydan boya duvarla kaplatılmış ve ortasına kapı konulmuş yerin iç tarafı, otomatik kapının içeriden çıkan birisi nedeniyle açılmasıyla görünür oldu. O kişi yanıma gelip elini uzattı. "Merhaba, ben Ceyhun. Çalışma yapan ekibin başında ben varım Emre Bey. Hemen çalışmalara başlayalım." dedi ve içeriye girdik. Tam kapsamlı, tüm araç gereçlere sahip olunan çalışma merkezindeyim. İçeride 12 kişi vardı. Hepsi ile kısa süreli sohbet ettim ve Ceyhun ile beraber bir odanın önüne geldik. Bana "Virüs için gerekli panzehiri bulacağına inancımız tam." dedi ve odadan içeriye girdiğimde, yanyana dizilmiş, ağızları dikilmiş ve yattıkları metal ranzalara bağlanmış zombilerle karşılaştım. Sağa sola hareket etme girişiminde bulunuyorlar, garip sesler çıkartıyorlardı. Yavaşca yakında olanlardan birine gittim. Gözü kan içindeydi ve bana bakıp dengesiz hareketler yapmaktaydı. Sanırım kan kokusunu almıştı. Ceyhun'a "Ben çalışmalarıma başlayayım." dedim. "Tabii, artık buranın sorumlusu siz olacaksınız Emre Bey. Ben geri planda kalarak çalışmalara ortak olacağım." dedi. Artık çalışmalara başlama vaktiydi...
17. Bölüm -- Ben Nereye Geldim?
Oradan çıktım ve labaratuvara gittim. Görevlileri toplayıp nasıl çalışacağımız hakkında bilgiler verdim. Kısıtlı dağıtımla iksirime sahip olan merkezlerden birisi burasıydı. Litrelerce gönderilmişti fakat tarifi sadece ben bilmekteydim. İksirimin saf halinin ellerinde yeterli kadar bulunduğunu, gerekirse üretim yapmak için malzemelerin temin edileceği bilgisini aldım. İksirim getirildi ve deneme yanılma yöntemiyle panzehir üzerinde çalışmaya başladım. Aradan 1 saat civarı geçti ve oradaki görevlilerden birisi yanıma geldi. "Merhaba Emre Bey, sizinle tanışmak ne büyük şeref." dedi. "Teşekk..." ederim diyecekken kısık sesle araya girerek hızla "Konuşuyormuş gibi yap çaktırma." dedi. Neden böyle söylediğini anlamamıştım. Ağzımı oynatıyormuş gibi yaptım. "Ben Güney. İksirinle alakalı sana bilgiler vermiştim." dedi. "Evet, evet hatırladım seni." dedim. "Emre, eğer her ne yapıyorsan hemen durmalısın. Panzehiri üretmemelisin, en azından burada yapmamalısın." dedi. "Neden?" dedim ve tedirginlikle cevabını dinledim "Etraftakiler rol yapıyor, çoğu zorla tutuluyor. Panzehiri üretmeni istiyorlar çünkü kendilerine gerek. Eğer virüs onlara bulaşırsa kurtulmak için. Zombiye dönüşenleri düşünen yok. Emre üzgünüm ama onlara panzehiri verdikten sonra seni öldürecekler." Korkuyla etrafa baktım. Diğer görevliler dışarı çıkıyordu. Güney'e "Neden gidiyorlar?" diye sordum. "Hayır, hayır, bu iyi değil. Dur, alıcılar! Sesimizi dinliyorlar." dedi ve kolumdan tutup çıkışa yürümeme zorladı. Onunla beraber yürūrken ileriden Ceyhun'u, yanında silahlı 10 tane adamla gelirken gördüm. "Ceyhun bu ne demek oluyor?" diye bağırıp, kolumdan tutan Güney'i bırakıp önüne geçtim. Sonra Ceyhun'a doğru adımlarımı hızlandırdım ve öndeki silahlılardan birisi yaklaşıp göğüs kafesime tekme atarak beni yere düşürdü. Ceyhun Güney'i işaret ederek "Yanıma getirin." dedi. 2 kişi onu tuttu ve yanıma getirdiler. Ben belden yukarımı doğrulturken 2 kişi beni ayağa kaldırdı. Güney'i tutanlar onu çömelmeye zorladılar. Ceyhun bana bakıp "Artık burada bizimle kalacak, panzehir yapacaksın." dedi. "Siz kimsiniz, neden yapıyorsunuz bunu?" dedim. "Soru sormayacaksın." dedi. Ardından silahlılardan birine el hareketi yaparak Güney'i işaret etti. "Sıkın kafasına." dedi. Güney "Hayır, hayır." diye bağırmaya başladı ve işaret edilen görevli Güney'in kafasına silahı dayayıp ateş etti. Kafasından sıçrayan kan üzerime bulaştı. Sonra "Artık burada tek başına çalışacaksın. Barınma ihtiyaçlarını biz gidereceğiz. Labaratuvarın arka tarafında kalacak yerin var. Bundan böyle soru yok ve sorun istemiyorum." dedi. Beni alıkoyan insanlarla, denizin altında bulunan az kişinin bildiği karargahta sıkışıp kalmış durumdaydım...
18. Bölüm -- Her Şey Daha Yeni Başlıyor
Beni öylece bırakıp giderlerken Ceyhun "Etrafta kameralar var. Ayrıca hoparlörden seninle iletişim kuracağız." dedi ve oda yanımdan ayrıldı. Sadece onlara hizmet etme görevini vererek beni yapayalnız bırakmışlardı. Neler olacağını ve yaşananları düşünüyordum. Tabur komutanı da bunlara mı hizmet ediyordu yoksa onun hiçbir şeyden haberi yok muydu? Onlara istediklerini veremezdim, peki ne yapacaktım? Buradan kaçmam da olanaksızdı. Umutla birilerinin beni kurtarmasını beklemekten başka çarem yoktu. O zaman diliminde panzehiri bulmaya çalışıyormuşum gibi yapacaktım.
3 GÜN SONRA
Aradan geçen günlerde, iksirimin üzerinde çalışıyormuşum gibi yapıyor, gerçekten durumu nasıl çözeceğimi de düşünüyordum. Bazı fikirler edinmeye başlamıştım ama bunları uygulamaya geçirmiyordum.
5 GÜN SONRA
Ceyhun ve yanındaki görevliler her gün kontrole geliyordu. Benden çalışmamın durumu hakkında bilgi alıyorlar, ihtiyaçlarımı karşılıyorlardı. Bense çalışıyormuş gibi yapmaya devam ediyordum. Mikroskopla içi boş incelemeler yapıp, zombilere boş şırıngalar batırarak günlerimi geçiştiriyordum.
4 GÜN SONRA
Ceyhun yanındaki görevlilerle yine kontrole gelmişti. Bana "Bu ne kadar sürecek?" diye sordu. "Bilmiyorum, çalışmaya devam ediyorum." dedim. Sırıtmaya başladı. "Sen bizimle dalga mı geçiyorsun lan?" dedi. "Sana çalışmama devam ediyorum." dedim. "Öyle mi, peki. Tutun." dedi. Yanındakiler beni tuttu ve beni labaratuvardan dışarı çıkarttılar. En alt kata inmemizi sağlayacak eğimli yolun başına geldik ve beni sürükleyerek aşağıya indirdiler. Biraz sonra kapılardan geçtik ve bir odaya geldik. Ortada sandalye bulunuyordu. Beni ortaya oturttular ve ardından vücuduma elektrik vermek için aküleri getirdiler. Çok korkuyordum. Akü uçlarını vücuduma bağladılar. Sonra Ceyhun "Sen bizimle dalga geçiyorsun demek." dedi ve akülerin başındaki Doktor sistemi çalıştırdı. Sanki o anda beynim patladı gibi oldu. Hayatımda öyle acı hissetmemiştim. 3 saniye sonra durdu ve "Evet seni dinliyorum, ne zaman bitireceksin?" dedi. Cevap vermeme kalmadan Doktor yine çalıştırdı. O süre boyunca tam anlamıyla acı çekmekten başka hiçbir şey düşünemiyordum. Kapattıklarında "Lütfen durun, lütfen." dedim. Ceyhun yanıma yanaştı ve kulağıma eğilip "Abisi buradan kaçamazsın, anladın mı? Kaçamazsın. İstediğimizi yapacaksın, yoksa bunun bedelini sadece sen ödemezsin." dedi. Sonra arkasındakilere "Getirin." komutu verdi. Odaya annem ve babamın getirildiğini gördüm. İnanamıyordum. Ceyhun yanmdan ayrıldı ve anneme tokat attı. "Ulan şerefsiz." diye ayaklanırken Doktor sistemi aktif edip beni yerime zımbaladı. Acı içinde elektriğin etkisiyle tir tir titrerken 2.5 saniyede durdu. Ceyhun babamı işaret ederek "Öne getirin şunu." dedi. "Hayır, durun." dedim. Ceyhun eline silahı aldı ve babamın başına dayadı. "Dur yapıcam, söylediğinizi yapıcam, yalvarırım dur." diyerek sesimi yükselttim. "Bana bak Emre. Sana 1 hafta süre. Eğer panzehiri bulamazsan aileni yakarım. Bildiğin gözlerinin önünde ateşe veririm. Bu sana ilk ve son uyarım." dedi. Sonra yanındakilere "Götürün hücresine." diye emir verdi.
Labaratuvara bıraktılar beni. Başka çarem kalmamıştı, onlara istediklerine vermeliydim. Bazı teorik fikirleri birleştirerek panzehiri bulabileceğimi düşünüyordum. Bunu nasıl yapacağımı düşünerek zombilerin yatırıldığı odaya geldim. Birinin yanına gittim ve onu incelemeye koyuldum. Beyin fonksiyonları tamamen durmuş, kendisini kan tüketmeye adamış yaratığa bakıyordum. Oradan çıktım ve mikroskopun başına geldim. İksirimi gözlem yapacağım cama damlattım ve incelemeye başladım. Biraz sonra bir şey dikkatimi çekti. Burada bazı farklılıklar görüyordum. Üzerinde durup bunu derinleştirdim ve düşüncelerimden emin olduğumda şok içinde dona kaldım. Yavaşca ayağa kalktım ve kendi kendime söylendim. "Bu benim iksirim değil." dedim önce. Sonra devam ettim. "İnanamıyorum, inanamıyorum. İnsanların zombiye dönüşmesi benim suçum değil. İksirim her zaman çalışıyordu. Ona müdahale edip evrimleştirdiler ve canlıları zombiye dönüştürecek hale getirdiler..."
19. Bölüm -- Plan
Ölümler benim suçum değil. Her zaman zombiye dönüşmelerini, hırçınlaşmalarını anlamsız bulup garipsedim. Peki nasıl oldu, nasıl yayıldı? Kısıtlı alanlarda hayvanları canlandırmak için iksirimi gönderdiğimde, bu yanlış insanların eline geçti ve kısa sürede üzerinde çalışarak onu çok güçlü bir virüs haline getirdiler. Sonra kendi iksirimle yer değiştirip yayılmasını sağladılar. Düşüncelerim doğruydu. Virüsün bulaştığı kişi zombiye dönüşmüyor, onların ısırdıkları zombiye dönüşüyordu. Bir şekilde müdahale edilen iksiri taşıyıcı hayvanların tüketmesini sağladılar ve hızla yayıldı. Kontrolden çıkınca panzehiri bulmaları gerekti ve o yüzden benim burada olmamı istediler. Şimdi anlıyordum. Labaratuvardaki köpeğim hırçınlaşma belirtisi göstermemişti. Çünkü müdahale edilen iksire maruz kalmamıştı. Aynı şekilde labaratuvardaki deneklerim, onlar neden zombiye dönüşmemişti? İşte nedeni buydu. Onlar hep kapalı bir alanda, gözlemim altındaydı. "Olamaz." dedim kendi kendime. "Tabii ya." diyerek devam ettim. Zombiler neden ölümsüz değildi? Ölümsüzlük iksirine maruz kaldıysalar ölümsüz olmalıydılar. Düşünceme göre, iksirimi tüketen ve zombi olanlar, tüketmeyip zombi olanla aynı klansmanda bu konuda. Yani benim ürettiğim ya da müdahale edilmiş iki iksirde ölümsüzlük sağlıyor, birisi zombiye dönüştürmesini sağlayan zehiri vücutta tutuyor ve hırçınlaştırma etkisi veriyor ama iki iksirde de, tüketeni zombi ısırmışsa ölümsüzlüğünü yok ediyor. "Panzehir burada saklı olabilir. Ölümsüzlüğün yok olmasında." dedim ve bu aklıma olağanüstü bir planı getirdi.
1 HAFTA SONRA
Hoparlörden Ceyhun'un "Birazdan yanına geliyoruz. Süren bitti, eğer gelişme yoksa, elde tutulur bir şey gösteremezsen, annen ile babanı öldüreceğiz Emre." demesini duydum. Beş dakika sonra kapı açıldı ve Ceyhun ağır silahlı adamlarıyla beraber labaratuvara daldı. Ceyhun yanıma gelip "Evet seni dinliyorum. Panzehirde durum ne?" dedi. "Buldum sayabiliriz, gelin size gelişmeleri göstereyim." dedim ve içi sıvıyla dolu şırıngayı elime aldım. "Aferin güzel." dedi. "Bu elimdekinin işe yarayacağını umuyorum." dedim ve beraber zombilerin bulunduğu odaya gitmeye başladık. Oraya geldik ve içeriye girdik. Bir zombinin yattığı yatağın etrafında toplandık. Ceyhun yatağın tam önünde, birkaç metre ilerisindeydi. Yanında 5 tane adam vardı. Kalan 2'si yatağın sağında benimle beraberdi. Geri kalan 3'ü ise karşımda, yatağın diğer tarafındaydı. Hepsi beni ve olacakları izliyordu. Sağ elimdeki şırıngayı sağa sola hareket eden zombinin koluna doğru yaklaştırdım. İçine soktum ve sıvıyı enjekte edip çıkardım. İşte o an, bir anda elimdeki iğneyi en yakınımdaki görevlinin gözüne sapladım...
20. Bölüm -- Karargahtan Kaçış
Gözüne iğne sapladığım görevlinin elindeki taramalı silahın boşa düşmesiyle yarım saniyede tüfeği kavradım, ve o yere kapaklanırken, aynı yönde bulunduğumuz görevliye namluyu çevirip ateş ettim. O anda diğer görevliler bana ateş etmeye başladılar. Mermi yağmuru arasında, delik deşik kalırken, vücuduma isabet eden mermilerin oluşturduğu yaralar ya da deliklerden akanlar etrafı kan gölüne çevirmişti. En sonunda sarjörlerinin bittiğinin duyulduğu o "tık" sesi gelmişken hepsinin silahlarından, vücudumdan kopan her bir parça kendi klonumu oluşturmak için yenilenmeye başlamıştı bile. Etraf namludan çıkan dumanlardan sisle kaplanmıştı. Sisler 3-4 saniyenin ardından kayboldu ve görevlilerle gözgöze geldik. Ceyhun gözlerini sonuna kadar açmış bir şekilde bana bakıyordu. O sırada vücüdumdaki yara izleri de kapanmaya başlamıştı ve korkuyla şu cümle çıktı ağzından. "Burada iksirini ürettin." Sonra "Olamaz, kaçın!" diye bağırdı. Kapıya yöneldiler ve elimdeki silahın mermilerini üzerlerine boşaltmaya başladım. Tek tek yere kapaklandılar. Ceyhun'un acı içinde bağırdığını duydum. Yere düşmüş ve kıvranıyordu. Yanına gittim, yakasından tuttum ve bağırdım. "Söyle! Kim başlattı bütün bunları." Ağzından kanlar akarken "Söyleyemem." dedi. Namluyu kafasına bastırdım. "Söyle, kim?" Sebebini "Ailem var ucunda, yapamam." diyerek belirterek kendini yere bıraktı ve öldü.
Oradan çıkmaya yönelirken kapıdan silahlı 2 kişi geldi. Bana ateş ettiler ve onlarıda indirdim. Arkamdan birisi "Burak" diye seslendiğinde kendimle karşılaşacağımı bilmiyordum. Klonuma bakıyordum ve bu inanılmaz hissettirmişti. Arkasından bir klonum daha ortaya çıktı ve fazlalaşıyorlardı. Onları orada cevapsız bırakıp dışarıya çıktım. Annem ve babam neredeydi? Alt katta bağırışan insanlar duyuyordum. Korkuluklara yanaştım ve aşağıya baktım. Oradan oraya koşuşanlar vardı. Eğimli yoldan aşağıya inmeye başladım. Bu sırada beni gören silahlılar ateş ediyor ve onları indiriyordum. Zemin kata indim ve birini tuttum. "Yapma, lütfen acı bana." diye söylendi. "Sakin ol, sana zarar vermeyeceğim. Annem ve babamı arıyorum, nerede olabilirler?" dedim. "Rehin, rehine odası var ileride. Oradadırlar ama kart gerek. Güvenliklerde vardır." dedi. "Bana gösterir misin?" diye sordum. "Gelin benimle." dedi. "Kendini kolla ve yolu tarif et. Arkama geç." dedim ve ilerlemeye başladık. Silahlıları indirerek devam ettim. Birinden kartını aldım ve biraz sonra oraya geldik. Kartı okutarak kapıyı açtım. Annem ile babam içerideydi ve beni gördüklerinde "Oğlum" diyerek ayaklandılar. Onlara sarıldım ve sonra bana yardım eden kişiye "Denizaltını kullanacak birisi gerek." dedim. Tanıdığı birisi olduğunu söyledi. Onu aramaya başlamışken bir anda alarm sesleri duyulmaya başladı. Yanımdakine "Bu ne, neler oluyor?" dedim. "Bu hiç iyi değil, sanırım imha modunu çalıştırdılar." dedi ve ardından anons duyuldu. "Yok edilmeye 10 dakika." Annem ve babam korkuyorlardı. Yanımdakinin söylediği kişiyi patlamaya 8 dakika kala bulduk ve hemen en üst kata çıktık. Denizaltının bulunduğu yerin önünde kalabalık oluşmuştu. Burada zorla tutulanların yanında silahlı güvenlikler vardı. Güvenlikleri altetmeyi başardım fakat birkaç sivil hayatını kaybetti. 1 dakika kala denizaltının bulunduğu odaya girdik ve sivillerle beraber içine bindik. Odanın kapakları kapandı ve sonra denize açılan kapaklar açıldı. İçeriye hızla deniz suyu doldu ve hareket ettik. Oradan çıktıktan 10 saniye sonra büyük bir patlama yaşandı ve ben o an bayıldım. Gözlerimi açtığımda halen deniztındaydık ve ailem başımdaydı. "Ne oldu?" diye sorduğumda "Bayıldın ve çok korktuk oğlum." dedi annem. Karargah yerle bir olmuştu. Şimdi kıyıya yönelmiştik. Tek gayem tabur komutanı Turhan'dan hesap sormaktı. Kıyıya ulaştığımızda bizi karşılayan tabur komutanı olacaktı...
21. Bölüm -- Patron
Kıyıya geldiğimizde denizaltından ilk çıkan kişi olma kararı verdim. Ben ölümsüzdüm, en azından zehri alana kadar bu böyleydi ve bunu kullanabilirdim. Karaya ulaşabileceğimiz mesafaye geldiğimizde kaptan beni dışarı çıkabileceğimizi söyleyerek uyardı. Yüzeye ulaşabileceğimiz merdivenlerin başına gelip yukarı çıktım. Kapağı açtım ve birkaç basamak daha çıkıp üste tırmandım. O anda gördüğüm manzara, tabur komutanının etrafındaki 50 askerle beni izliyor oluşuydu. Beni görünce kaldırdıkları silahlarını indirdiler. Tabur komutanı beni görünce "Emre sensin, harika haber bu." dedi ve denizaltındakilere bakıp "Orada bekleyin?" dedikten sonra ben silahımı çıkartıp Turhan'a doğrulttum. Bu yaptığıma anlam veremedi ve askerler tekrar silahlarını kaldırıp bana nişan aldı. Arkasındaki askerler "Komutanım!" diye bağırarak silahlarını ateşleyeceklerken Turhan arkasını dönüp "Durun." dedi. Sonra bana bakıp "Emre sanırım benden şüpheleniyorsun ama inanki bilgim yoktu. Üzgünüm başına gelenlerden ötürü. Seni kurtarmaya gelecektik." dedi. "Nasıl, ne demek bu? Karargahın nerede olduğunu biliyor musun?" dedim. "Evet konumundan haberdarım. Asıl soru, yanına neden gelecektik ve neden buradayız olmalıydı. "Silahımı indirdim, yanına yaklaştım ve "Sana ailemi emanet ettim. Onların ne hale geldiğini bilmiyorsun. Yaşlı insanları dövdüler. Söyle ne söyleyeceksen ama beni ikna edemezsen seni öldürürüm." dedim. "Hepsini anlatıcam. Öncelikle sana harika bir haberim var. Suçsuzsun, canlıların zombiye dönüşmesinde aklanmış durumdasın." dedi. "Biliyorum ama sen nasıl biliyorsun?" diye sordum. "Baştan anlatayım Emre. Karargah telefon kullanımı için baz istasyonlarıyla donatılmış durumdaydı. Seni birkaç kez aradım ve açmayınca oranın yetkilisi Ceyhun'a ulaşıp bilgi aldım fakat bir tutarsızlık hissedip şüpheye düştüm. Hiçbir zaman senin sesini duyamıyordum. Sürekli senin müsait olmadığın söyleniyordu fakat karargahtan uzun süredir haberdar olduğumdan düşüncelerimin yanlış olduğuna inanıyordum." dedi. "Evet sonra? Ailemin nasıl yanıma geldiğini anlat." Moralinin bozuk olduğunu belli eden yüz ifadesine bürünerek, "Karargaha olan güvenimi kullandılar. Ailenle görüşmek istediğinin bilgisi geldi ve bizde onları gönderdik, çok üzgünüm." dedi. Bu konuda pişman olduğuna beni inandırmıştı ama oturmayan parçalar vardı. "Peki sonra ne oldu?" dedim. "Sonra ise birazdan anlatacağım haber geldi. İşte ondan sonra şüphelerimin doğru olduğunu anladım fakat yanına ekip göndermek için boşta denizaltı bulamadık. Çoğu bize ulaşması haftalar sürecek konumdaydılar ve aksilikki envaterimizde bulunan iki denizaltı da arıza yaptı. Onların tamiriyle uğraşırken elimizde sadece buraya geldiğiniz denizaltıyı takip etmek kaldı. Denizaltıların anlık konum bilgilerine erişebiliyoruz ve kıyıya yaklaştığınızı görünce buraya geldik. Öldüğünü düşünüyordum." dedi. Araya girip "Gelen haber neydi?" dedim. "Emre, her şeyi başlatan o kişiyi, patron diye adlandırdıkları o şahsı bulduk." dedi. "Buldunuz mu, kimmiş peki?" dedim heyecanla. Cevap verdi. "Buna inanamayacaksın. O kişi milli savunma bakanı..."
22. Bölüm -- Yayılma Süreci
"Ne?" oldu ilk tepkim. "Evet öyle." dedi. "Milli savunma bakanı mı? Beni ilk olaylar başladığında sürekli aradı ama sonra ulaşamadım ona. İnanamıyorum, bu bilgiyi nereden biliyorsun, emin misin?" dedim. "Evet eminiz. Birkaç kaynaktan doğrulattım. Sürecin nasıl işlediğini anlatayım sana." dedi. Dinlemeye başladım. "Emre milli savunma bakanının her yerde kolu var. Burada silahlarla seni karşılamamızın nedenlerinden birisi bu. Başka birini bekliyorduk biz. Ceyhun'u karargaha o atadı ve onun olayları başlattığını anladığımızda karargahtaki herkes potansiyel suçlu konumuna geçti.
Durum şu ki iksirinin haberi ilk alındığında bakan hemen harekete geçip güvenebileceği has insanları toplayarak toplantı yapıyor. İksirin dağıtılmadan evel sürecin her anından haberdar olup nerelere ulaşacağı hakkında bilgi sahibi oluyor. Şöyle bir ek bilgi var. Amacı başlangıçta zombiler doğurmak asla değildi. Oda bunu beklemiyordu. Bir bekleme süresinde iksire müdahale ekibi kuruyorlar. Amaçları Dünya'ya bir virüs yaymak ve salgınla nüfus azaltımı sağlamak. İksirinin çok tutacağını biliyorlardı. Ona göre planlama yaptılar ve sonra ilk deneylerde inanılması güç durumun farkına vardılar. Değiştirilmiş iksirin ısırdıkları zombiye dönüşüyordu. Bunu şans eseri keşfettiler ve özel ortamda yüzbinlerce uçan hayvanı iksire maruz bıraktılar. Ama atladıkları şey panzehire sahip olmamalarıydı. Kontrolden çıkınca son çare seni yanlarında istediler." dedi. O yüzden beni tutuklattırmak istedi. Panzehiri bulunca beni öldürtecekti diye düşündüm ve "Peki şimdi nerede?" diye sordum. Güldü ve "Seni bekliyor, onu yakaladık. Yüzleşmek ister misin?" dedi...
23. Bölüm -- Yüzleşme
Denizaltında bulunan siviller ve ailemle beraber askeriyeye geldik ve yerleştik. Ailem çok korkmuştu ve yeni öğrendiğim bilgiler, onlara gözümün önünde yaptıklarından fazlası olduğuydu. Aç bırakılmış, küfürlü saldıralara maruz bırakılmışlardı. Bakanın hapsedildiği bölgeye ilerlerken yanımda tabur komutanı ve birkaç asker vardı. Komutana "Ona istediğimi yapacağım bana karışmayacaksınız." dedim. Olabilecekleri ve yapacaklarımı düşünüp söylediğime cevap vermemeyi terch etti. Suç ve adalet arasında gidip gelmiş, hangisinin baskın olması gerektiğine karar verememişti. Kaosa sürüklenen dünyanın geldiği durumda, yasalar ve kurallar ortadan kalkmış vaziyetteydi. Herkes kendinden sorumluydu ve yasalar kişi özeline çekilmişti. Birini öldürmek veya ona zarar vermenin cezası görgü tanıklarının kişisel adalet anlayışına kalmıştı. Kim hesap soracaktı bu harap olmuş düzende? Herkes kendi canının derdindeyken kim sağlayacaktı bunu? Ben düzensizliği getirmiştim resmen ama her şeyi çözüme kavuşturmak için adım atmaya hazırdım. Savunma bakanınından hesap soracaktım, gerekirse onu öldürecektim. Sonra panzehiri bulmak için çalışmalar sağlayacaktım. Biraz sonra hücrenin bulunduğu, önünde birçok askerin gezdiği yerin önüne geldik. İçeriye girdik ve koridorlardan ilerledik. Komutana "Sorgu odası var mı?" diye sordum. "Evet var, az ileride." diye cevap verdi. Önüne geldiğimizde "Silahını almıyorum, bende ölmesini istiyorum ama mantıklı davranmalısın. İşimize yarayacak bilgiler verebilir." dedi. Kapı açıldı, sandalyede oturan bakanın elleri ters kelepçeliydi ve beni görünce irkilerek ayağa kalktı. Yanına adımlar atarken geri geri gitti. Hızlanıp yanına ulaştığimda ilk hamlem suratına yumruk atmak oldu. Yere düştü, yakasından tuttum ve "Seni şerefsiz köpek!" diye bağırdım. Bir yumruk daha attım. "Alçak şerefsiz!" dedim aynı tonda. Cevap vermiyordu, veremiyordu. Asla yakalanmayacağını düşünuyordu belki de. Arkamda bekleyen Turhan'a "Nasıl yakaladınız?" diye sordum. "Önce durumun farkında varıldı ve virüsü yayan kişi olduğunu tespit ettik. Sonra güce tapmayan bazı şerefli insanlar sayesinde nokta atışı operasyon yaptık." dedi. Bakana bakıp "Salgın yaratıp kendi imparatorluğunu kuracaktın değil mi? Kendi emrinde olan insanlarla azıcık nüfusla tüm dünyaya hakim olacaktın." dedim. Kalktım ve karnına tekme atmaya koyuldum. Her tekme atışımda yeni bir cümleye başlıyordum. "Milyonlarca masum insanı öldürdün. Bir hiç uğruna bunu yaptın. Senin yüzünden ablamı kaybettim orospu çocuğu!" Nefessiz kalmıştı ve ben tekme atmaya devam ediyordum, ıkınıyordu. Bu sırada yeni gelen düşüncemi sorguladım : Yaşamasına gerek var mıydı? Bana hangi bilgileri verebilirdi? O başlattı olayları evet, peki başka? "Bana bak lan!" diye bağırdım ve belimde takılı silahı elime aldım. "İşimize yarayacak bilgi söyle hemen." dedim. Yavaşca kafasını çevirdi ve "Virüsün yayılmasını hızlandırmak için klonlama yaptık." dedi ve yutkundu. "Ne demek istiyorsun?" diye bağırdım. Zarzor cevap verecekken komutana dönüp 'Bunu biliyor muydun?" diye sordum. "Maalesef evet. Sana söylemedim, sakin olmanı istedim ama şimdi acığa çıkacak." dedi ve bakan konuşmaya başladı. "İksirin, ne kadar küçük olduğu önemsiz olan vücut parçasına ait canlının bedenini tümden yeniliyordu. Biz deneklere önce iksirinden içirdik. Böylelikle artık kopan parçaları yenilebilecekti. Sonra denekleri kesip biçtik ve ayrılan parçaların yenilenmesini bekledik. Parçalar tam olarak eksiksiz bir insana dönüştüğünde onlara kendi iksirimizi enjekte ettik ve hepsini belirli alana kapatıp zombi olmalarını bekledik. Anlayacağın birkaç kişiyle milyonların olduğu zombi ordusu yarattık." dedi. "Ne yaptınız? İnananıyorum. Şerefsiz orospu çocuğu!" dedim ve kafasına ateş ettim. Yüzüme, yere ve hatta arkamda bekleyen komutana bile sıçramıştı kanları. Derin nefes alıp veriyordum. Turhan'a dönüp "Bana labaratuvar hazırlatabilir misin? Uzun süreli çalışma yapacağım." dedim. "Hazırlatırım, gerekirse inşa ettiririm. Burada boş alanımız var." dedi. "Duydun mu? Klonlar oluşturmuşlar. Oluşturdukları klonlara da müdahale edilmiş iksiri verdiler. Milyonlarca insanın bu kadar kısa sürede zombiye dönüşmesi imkansızdı zaten. Hayatını kaybeden birisi beni kurtardığında çatıdan aşağıya bakmıştım ve inanamamış..." diyecekken arkamdan tıkırtı sesi duydum. Sessizlik oldu ve Turhan'da oraya odaklandı. Yavaşca arkamı döndüm. Bana bakan savunma bakanı "İksirini kullanmayacağımı mı sandın Emre?" dedi...
24. Bölüm -- Klonlar
Turhan'a dönerek "Tut hemen, çıkarıyoruz. Kahretsin!" diye bağırdım." Savunma bakanını kollarından tutup dışarı çıkartırken, az önce ateş ettikten sonra bakanın başına isabet merminin etkisiyle vücudundan ayrılan her bir parçası kendisini yenilemeye başlamıştı bile. Kapıyı kapatıp kilitlerken komutanın ve benim üzerimdeki kan damlaları ve izleri kurumaya başlayıp önce yavaşca katılaştı, sonra yere düştü. Ardından her biri vücuda dönüşmeye, yenilenmeye koyuldu. Komutana "Hemen tüm askerleri buraya yönlendirmelisin." dedim. Telsizden anons geçti. "Tüm askerler derhal hücre bölüğüne gelin. Savunma bakanı klonlanıyor, tekrar ediyorum klonlanıyor. Tüm klonlarını tutuklayın!" Biz bölükten çıkarken kıyafetlerimizdeki kanlar, ait oldukları vücuda dönüşmek üzere katılaşıp yere düşerek üzerimizden temizlenmişti. Komutana "Sakin olmalıyız, zombiye dönüşmeyecekler..." derken içeriden silah sesleri duyuldu. O sırada bölüğe yardım için giden askerlerin koşuşturmaları duyuluyordu. Zombiye dönüşmüş olamazlardı. Bakan klonlarının tehlikeli hareketler sergiliyor olması olasıydı. Komutana "Güvenli bir yere gidelim." dedim. "Az ileride bir araç var, kendi kaldığım bölüğe gidelim hemen ve bakanı güvenli yerde saklayalım. Sonra buraya gelip klonlarla ilgileniriz." dedi. Bakanı tutmaya devam ederken adımlarımızı hızlandırmış, araca doğru yürüyorduk. Silah sesleri yaklaşınca arkamızı kontrol ettik ve bir bakanın klonunun elinde g3 silahıyla dışarı çıktığını gördük. O andan istifade eden bakan elimizden kurtulmak için hamle yaptı ve komutanın avuçlarından kurtulmayı başardı. Ben tek kolundan sımsıkı tutarken, bölükten çıkan bakan klonu, elindekini kaldırarak bize doğrulttu ve o sırada Turhan komutan silahını çekip ona ateş etti. Mermi klonun karnına isabet etti ve işte o an çok ilginç bir olay yaşandı. Tuttuğum şahıs, gerçek savunma bakanı, "Ahhh!" diye bağırdı. Vücudunu kontrol ettiğimde karnında delik açıldığını gördüm. Artık klonların vücudunda ortaya çıkan yaraların eş zamanlı oluştuğunu öğrenmiştim...
25. Bölüm -- Askeriyeden Ayrılık
Bu yüzden denizlaltındayken bayılmıştım. Tüm klonlarımın hissettiği anlık acıdan bayılmıştım. Komutanın ateş ettiği klon acıdan yere düştü ve Turhan'a "Hemen kaç!" diye bağırdım. Hızla bakanı sürükleyerek götürmeye çalışıyordum ama kaçmak için uğraşıyordu. Birkaç saniye sonra yarası kapanan klon ayaklandı ve arkasından yeni klonlar oluşmaya başladı. Silahımı kaldırıp ateş edecektim ama çoğalmamaları için bunu yapmaktan vazgeçtim. Fakat o ateş etmeye başladı. Mermileri siper etmek için bakanı kullanmak istedim ve onu önüme çektim. Yediği ilk mermide ona ateş klon da sarsaklanmıştı. O sırada Turhan komutan hızla arabayla yanımıza geldi. Apar topar bakanı araca bindirerek içeri atladım ve hızla oradan uzaklaştık. Ailemin kaldığı bölüğe ilerlerken Turhan komutanın telefonu çaldı. Kısa bir konuşma yaptı ve sonra bana seslendi. "Emre haberler kötü. Askeriyenin kameralarını kontrol eden birimden aldığım haberlere göre klonlar çoğalmak için birbirlerini yaralıyormuş." İşte bu çok kötüydü. Artık yeni bir problemimiz daha vardı. Ailemin kaldığı bölüğe gelmek üzereyken askerler haricinde sivillere silah dağıtıldığını görmüştüm. Turhan'a "Hiç kimse silahlarını kullanmasın bilgi ver. Sadece çoğalmalarını hızlandırırız. Herkesi tahliye etmelisin, artık burada kalamayız." dedim . Savunma bakanı "Ben istediğimi her zaman alırım Emre. Klonlarım peşine düşecekler. Önce komutanını öldüreceğiz. Sonra sıra sana gelecek. Ölümsüz olabilirsin ama sana işkence yapacağım kendi ellerimle." dedi. "Kes lan sesini!" diye bağırıp suratına yumruğu geçirdim. Bölüğün önüne geldiğimizde Turhan'a "Burada bekle, ailemi alıp geleceğim." dedim. İçeri girip ailemin kaldığı odadan onları alarak bana soruları eşliğinde dışarı çıktık. Arabanın ön kapısına yönelip komutana camı açmasını söyledim. "Bağlayıp bagaja atalım bakanı." dedim. Morali bozuktu, birazdan nedenini soracaktım. Cevap verdi ve "Bagajda halat vardı, onunla hallet." dedi. Bakanı bağlayıp bagaja attım ve ailemle arabaya binip hareketlendik. "Ne oldu Turhan?" dedim. "Daha ne olsun, askerlerim ölüyor Emre. Anons geldi, 13 asker hayatını kaybetmiş durumda. Zombiler derken şimdi de klonlar başımıza bela oldu. Nasıl çözeceğiz durumu bilmiyorum." dedi. "Anladım, çok üzgünüm." dedim. "Öyle boktan bir durumki yapabileceğim hiçbir sey yok. Ölümsüz olanla savaşamam, savaşamayız. Askerlerimi yalnız bırakmam istemedim ama durum böyle. Hepsine geri çekilmesini ve askeriyeden ayrılması emrini verdim. Tahliye için araçlar hazırlanmış, şu an buradakilerin toplatılması sağlanıyor." dedi ve sonra devam etti. "Şimdi ne yapmayı planlıyorsun Emre? Ne yapacağız?" Cevap verdim. "Gerekeni Turhan. Ölenleri geri getiremem ama Dünya'yı eski haline getirebilirim. Nasıl yapacağımı, neyin üzerinde çalışmam gerektiğini biliyorum. Eğer düşüncelerim doğruysa emin ol fazla uzun sürmeyecek..."
26. Bölüm -- Zombi Üretim Fabrikası
"Savunma bakanının yakalandığı yeri biliyordun değil mi Turhan?" dedim kendimden emin olarak. "Evet biliyorum, neden?" Devam ettim "Orada denek olarak kullanılan insanlar olmalı, onlar nerede?" diye sordum. "Sanırım halen oradalar. Bakanın yanında duran, bu işe karışmış herkesi anlatıyorlar. Kimler geldi, olaylar nasıl yaşandı gibi sorular soruluyor ve öğrendiğim kadarıyla psikolojileri altüst durumda. Klon oluşturmak için kendilerinden sürekli parça kopardılar. Ölümsüzler ama çok feci şekilde acı cektiler." dedi. "Tamam oraya gidelim hemen." dedim. "Aklından ne geçiyor Emre?" dedi. "Detayları sonra orada anlatırım. Ailemi güvenli konuta yerleştirmeliyiz önce." dedim. "Tamam bildiğim kalabilecekleri yer var oraya yerleştirelim." dedi.
4.5 SAAT SONRA
Ailemi güvenli yere yerleştirmiş, bakanın yakalandığı fabrikaya gelmiştik. Bu sırada bindiğimiz aracın önü kana bulanmıştı çünkü önümüz çok defa zombilerle kapanıktı ve onları ezerek ilerlemek zorunda kalmıştık. Fabrikanın etrafı korunaklı durumdaydı. Polisler, askerler kısacası güvenlik güçleri etrafını sarmıştı. Bagajdan bakanı çıkarıp beraber içeriye girdik ve durumun vaziyetini iyice görme fırsatı buldum. Denek için kullanılanların tutulduğu alana geldiğimde tirtir titreyen, öylece boşluğa bakan psikolojisi yok olmuş insanlar görmüştüm. Bakanın bizimle geldiğini gören birkaçı korkudan çığlıklar atınca onu korunaklı yere hapsettik. Sonra deneklerin yanına gidip sohbete etmeye çalıştım. Kısa cevaplar aldım ve sonra polislerden hepsinin emniyetli bir yerde tutulmasını, çalışmalar yapacağımı ve onlara sonra ihtiyaç duyabileceğimi söyledim.
2 HAFTA SONRA
Çalışmalarımı artık tamamlamıştım. Her şey hazırdı. Deneklerin tutulduğu yere gittim. Toplanmalarını onlara açıklama yapacağımı söyledim. Oturaklarla dairesel alan oluşturuldu ve ortaya geçtim. Bu konuşmada her şeyi düzeltmek için gerekli olanları anlatacaktım...
27. Bölüm -- Ölümsüzü Öldürmek
Konuşmama başladım. "Evet sizler çok büyük acılar çektiniz ve itiraf ediyorumki buna sebep olanlardan biri benim. Kontrollü hareket ederken daha dikatli olmalıydım. İksirimin kötü insanların eline geçmesine engel olamadım. Bunun arka planında yüksek mertebeye ulaşmış insanların bulundukları konumu kullanması vardı. Şimdi size her şeyi düzeltebilme imkanımızın olduğunu söylüyorum. Aklıma gelen fikri uygulamaya başlayacağız ve çok kısa sürede Dünya'yı eski haline getireceğiz.
Ürettiğim ölümsüzlük iksirini kullananlar ölmemekle kalmıyor. Ayrıca bedeninden kopan parçaları da yenileniyor. Planımın parçası olan durum şu ki, klona gelen zarar, klonun gerçek kişiliği de dahil olmak üzere, eş zamanlı olarak tümden etkiye sahip oluyor. Çalışmalarımı tamamladım ve benimde oldukça garipsediğim durumlar var. Fark ettiklerimi madde madde şöyle detaylandırayım.
-İksirimi içen kişi ölümsüzdür.
-İksirimi içen kişi klonlanabilir.
-Klonlar tekrar klonlanabilir.
-Tüm klonlar ölümsüzdür.
-Klonlanan veya klonlar yaralanırsa o yara hepsinde oluşur.
Klonlanmak beklediklerimdendi fakat yaraların eş zamanlı oluşmasına anlam veremiyorum. Evet bu maddelere ekleyeceklerim asıl önemli olan ve şimdi size onlardan bahsetmek istiyorum. Daha garip olanlardan.
-İksirimi içen kişi zombi tarafından ısırılırsa ölümsüzlüğü kayboluyor.
-İksirimi içen kişiye müdahale edilmiş iksir enjekte edilirse, ölümsüzlüğü kayboluyor, hırçınlaşmaya başlıyor, potansiyel olarak birini zombiye dönüştürebiliyor ve klonlanamıyor. Ayrıca bu maddenin bazı ek açıklamaları da var.
a) İksirimi içen kişinin klonuna müdahale edilmiş iksir verilirse, klonlanan yani gerçek kimsenin ölümsüzlüğü yok olmuyor. Klonlananın klonlardan ayrılması söz konusu burada ve sizler bu yüzden halen hayattasınız.
b) İksirimi içen kişinin klonuna zarar gelirse, gerçek kişi zarardan etkilenmeye devam ediyor. Sizi klonlamak için tuttukları alanda durduk yere bir yerlerinizin parçalanması, acı çekmeniz vb. gibi durumlar bu yüzdendi.
Şimdi çok önemli olan bulgumu sizinle paylaşayım. Müdahale edilmiş iksiri içen kişiye ölümsüzlük iksiri verilirse ölümsüz olmuyor ama hırçınlaşması yok oluyor yani kimseyi zombiye dönüştüremiyor ve olması gereken forma geri dönüyor. Anlayacağınız üzere, ölümsüzlük iksirim aslında müdahale edilmiş iksirin panzehiri. Bunu keşfetmeyi başardım!"
Etraftan alkışlar kopmaya başladı ve konuşmama devam ettim. "Bunlarla kalmıyor anlatacaklarım. Şu maddeleri söylemeliyim. Size az önce gerçek kimsenin klonlardan ayrıldığını söylemiştim, bunu detaylandırayım.
-İksirimi içen kişi zombiye dönüşürse tüm klonlar zombiye dönüşüyor ama klonlardan biri zombiye dönüşürse yine aynı şekilde klonların tamamı zombiye dönüşüyor fakat klon sahibinde dönüşüm gerçekleşmiyor.
İyi haber şu ; Zombiye dönüşmüş klonlarınızdan birini öldürdüğümüzde hepsini öldürmüş oluyoruz. Kötü haber ise zombiye dönüşen birini hayata geri döndürmek mümkün değil. İksirim ya da müdahae edilmiş iksir işe yaramıyor. Onlar artık zombi, öldürmek zorundayız ve hayata geri getiremeyiz. Eski hallerine döndüremeyiz.
Söylediklerimi özetlersem müdahale edilmiş iksire maruz kalan herkesi iyileştirebiliriz. Bunu gaz haline çevirerek etkilenen tüm canlıları normal haline getirebiliriz fakat ısırılanları yani zombiye dönüşen hiçbir canlıyı geri getiremeyiz. Onları sadece öldürebiliriz."
İnsanların yüzünde buruk bir sevinç görüyordum. Alkışladılar ama geri gelmeyecek olanlar için üzgündüler. Elimden hiçbir şey gelmiyordu, zombiye dönüşen kişiyi eski haline getirmeyi başaramamıştım. Şimdi her şeyi eski haline getirmeden yapmam gereken son şeye gelmişti sıra. Bedel ödeyerek cezamı çekmeye...
28. Bölüm -- Büyük Başarı [FİNAL]
Ben, Turhan Komutan ve milli savunma bakanı odadaydık. "Emin misin Emre?" dedi Turhan. Cevap verdim. "İnsanlar acılar çekti Turhan, yakınlarını kaybetti. Ablamı kaybettim, İbrahim öldü, Beyza öldü. Çok kişi öldü. İşkenceyi maruz kaldılar insanlar, tarifsiz geri dönülmez psikolojik hasarlar aldılar. Bunu yapmalıyım. Kendimi suçlu hissediyorum. Hatalarımın bedelini ödemeliyim." dedim. Savunma bakanı "Ne oluyor, işkence mi yapacaksınız bana?" dedi. Güldüm ve "Hayır." dedim. "Sizinle sürekli konuşmak canımı sikmaya başladı. Artık size başka bilgi veremem, beni bırakın." dedi. Saçından tuttum sertçe ve "Merak etme birazdan bırakacağız seni." dedim. Elimde silah tutuyordum. Diğer elimi cebime attım ve müdahale edilmiş iksiri çıkarttım. Sonra kendime batırıp enjekte ettim. Birkaç saniye sonra öfke duygumda değişiklikler yaşandığını hissettim. Savunma bakanı "Ne yapıyorsunuz?" der demez kulağına yaklaştım ve "Hak ettiğini yaşatıyoruz." dedim yavaşca ve tüm gücümle kulağını ısırdım. Parçalarken "Ahhhhhhh" diye bağırıyordu ve cığlıklar attı. Sonra diğer kulağına geçtim ve yine aynısını yapıp ona yaptığı işkencelerin cezasını verdim. Biraz süre geçti ve "Yaralarım, yaralarım kapanmıyor?" dedi. Silahımı kaldırdım ve başına koydum. Dalga geçer üslupla "Artık ölümsüz değilsin." dedim. "Yapma lütfen." dedi panikle. "Geber orospu çocuğu!" diye bağırdım ve ateş ettim. Oracıkta ölmüştü. Turhan komutana döndüm. Başıma namluyu dayadım. "Her şey için teşekkür ederim. Ailemi sana emanet ettim. Planlar hazır, onları uygulamaya koy." dedim ve ateş ettim.
Yayın araçları kullanılarak tüm dünyaya haber verilmişti. Sivil olan herkesin derhal evlerine giderek oradan çıkmaması istenmişti. Tüm devletlerin yetkilileriyle görüşülmüş ve özel birlikler toplanmıştı. Müdahale edilmiş iksire maruz kaldığı düşünülenleri inceleyecek özel ekipler görevlendirildi. Emre'nin iksiri gaz haline dönüştürülerek yanan ormanı sularmışcasına şehirlere pompalandı. Emre'nin, ölümsüzlüğü kaybolan bakanı öldürmesiyle, bakanın tüm klonları aynı kaderi paylaştı. Deneklerin son kez klonları oluşturuldu ve o klonlar zombiye dönüştürüldü. Ardından oluşturulan zombiler öldürülerek kişiye ait tüm klonların ölmesi sağlandı. Klonları olmayan tüm zombiler askeri birlikler tarafından yok edildi. Tüm canlıların olması gereken hale dönüşmesi, buna emin olunması ve zombilerin yok edilmesi yıllar sürdü. Müdahale edilmiş iksirler toplatıldı ve yok edildi. O iksirin yayılmasına yardım ve yataklık edenler ağır cezalara çarptırıldı. Emre'nin iksirinin kullanılmaya devam ettirilmesi kararlaştırıldı ve bu yepyeni çağı başlattı. İnsanlık ölümsüzleşti, herkes ölümsüz oldu. Emre ölmüştü ama tarih onu efsane olarak yazdı ve gerçek ölümsüzlüğe ulaştırdı. Bugün televizyonları açtığımızda, Emre'nin ve ona yardım edenlerin başarılarını saygıyla anıyorlardı.
Haktan ErdoğanSundu.
Kitabımı okuduğun için çok teşekkür ederim, iyi ki varsın. Eğer yorum yapmak istersen, MENÜ aracılığı ile, şimdilik, Google Play üzerinden yorum yapabilir, ayrıca kitaplarımı paylaşabilirsin. 7/24 bana ulaşmak için üstteki seçenekleri kullanabilirsin. İyi ki buradasın ve umarım güzel vakit geçirmişsindir. Kendine iyi bak.