Lise Aşkı | Lise Maceramı Anlatıyorum

Lise Aşkı


Lisede yaşadıklarınızı unutamazsınız bazen. Lise aşk kitaplarıyla anılarınız depreşir ve ne güzel günlerdi dersiniz. Aşkı ve heyecan unutmak mümkün mü? Yaşadığınız olayları anlatmak istersiniz. Lise hikayeleri, o günlerde hissedilen duyguları tekrar hissettirebilir. Utanç anları, kavgalar, aşk ve arkadaşlıklar o anları tekrar size hatırlatır. Aşka dair her şey, romantizm akılda kalıcıdır. Lise, en güzel dönemlerin mimarıdır kimilerine göre. Lise hikaye örnekleri arayanlar bu yüzdendir ki o dönemleri yaşamak isterler. Lise hikaye kitapları lise dönemini görenlerin ilgisini çekebilir. Kim bilir, lisede geçen kitapları okuyan kişiler belki unuttuğu bazı olayları tekrar hatırlarlar. Hafıza yenilemek için lise aşkı kitapları okuyanlar, bunu başardıklarında ne güzel günler yaşamışız diyebilirler. Lise aşkı konulu kitapları yaşanmışlıkları hatırlatmakla kalmaz, ayrıca o günler hakkında çıkarım da sağlar. Kim bilir neler olmuştur o güzel günlerde? Lise aşk kitapları okuyanlar özlem duydukları o günleri hayal ederler. Aşk; En saf duygulardan birisidir. O duyguların tekrar hissedilmesine olanak sağlayabilir. Lise, aşk ve kitaplar : İşte bunlar sanatla birleştiğinde lise konulu kitaplar ortaya çıkar. Aşkı ve liseyi, isteğe göre kitaplar tek seferde bulundurabilir. Lise Maceramı Anlatıyorum adındaki kitabımı, lise aşk hikayesi arayan kişilere öneririm.


Lise aşkı oku, anıları ve geçmişi yâd etmek için. Anılar birikir ve insanlar bunları, lise aşkını okumak isterler. Lise aşkı okunduğunda o akılda kalan iyi ya da kötü anılar tekrar gün yüzü görür. Hayal mayal hatırlananlar gün yüzüne çıkar. Lise aşkı okumak geçmişe götürür insanı. Dünden bugüne yaşananlar asla unutulmaz. Tekrar göz önüne gelirse eğer hayatında boşa kürek çektiğin, hiç uğruna yaptıklarını unutmazsın.


Lise Aşkı lise aşkı

Yeni taşınmış, başka okuldan buraya nakil olmuştum. Okulun ilk günündeydik ve sıraya geçtik İstiklal Marşı'nı okumak için. Birisi omzuma dokundu. Arkamı döndüm ve işte o an aşık oldum. Ben kızlarla konuşmayı bırak göz göze gelmekten bile utanan biriydim ve bana "Canım burası 12-A'mı?" dedi. Kızın suratına bakmaktan çekiniyordum ve kafamı öne doğru eğerek "Evet burası." dedim. Bu sıra da aynı sınıfa gideceğimizi de ögrenmiş oldum. İstiklal Marşı okunduktan sonra merdivenlerden çıkarken ilk hayal kırıklığını orada yaşadım...

O kız yanımdan iki erkekle sarmaş dolaş bir şekilde gülüşerek çıktılar. O kız önümden öyle çıkarken bile beni farkedip bana bakacak diye utandım. Neyse yavaş bir şekilde okulun ilk darbesini alarak sınıfa çıkmış oldum. Hoca bir 10 dakika sonra gelebildi. Otururken duyduğum muhabbetlerden anladığım kadarıyla sınıflar şansıma yeni dağıtılmıştı ve klasik tanışma faslı olacaktı. Sıra bana geldi. Kalktım ayağa. Adım Fatih, yaş 18, işte Kayseri'liyim, annem Ev Hanımı, babam Mimar diye anlattım. Utancımdan kıza ismini soramayacaktım kalkıp kendisinin söylemesi iyi oldu. Adı Elif'miş. Yaşı 19, annesi ve babası ayrılarmış. Annesinin Terzi olduğun belirtti, babasının mesleğiniyse söylemek istemedi. Böylelikle tanıştık gibi oldu. Yanımda bir çocuk vardı, adı Halil. Tanıştığım anda bu çocuk güvenilir, dedim. İlk gün hızlı geçti. Yarın başıma geleceklerden habersiz evin yolunu tuttum...

Haktan ErdoğanSunar. Eve geldim, boş çantayı koydum bir tarafa. İlk günden kitapları dağıtmamışlardı. Açtım bilgisayarı, girdim Facebook'a ve hemen arattırdım kızın ismini. 10-15 dakikalık bir aramadan sonra buldum onu. Kız o kadar güzeldi ki bu biraz da normal olarak dezavantaj yaratmıştı. Güzel olması benim şansımı azaltıyordu. Daha kızla konuşmayı bırak yüzüne bakamayan birine kız direkt hayır cevabını verecekti. Kızın fotoğraflarına bakarken affedersiniz ama organım kaşındı. Hani böyle bir anda gelir ya kaşımadan geçmeyip seni uyuz eder, öyle bir şeydi. Elimi oraya götürdüm ve o anda kapı açıldı. Gelen babamdı...

Bana bir bakışı var zaten dayak yemiş gibi oldum. Annem "Hadi yemeğe." diye seslendi. "Yok.." dedim "ben yemicem Anne, yiyesim yok." deyip odaya doğru giderken babam "Kuşa dikkat et." dedi. Harbi birazdan anlatacağım olaydan sonra en çok utandığım an bu andır. Öyle Facebook başında kızın fotoğraflarına bakıp hayallere daldım. Geceye doğru karnım guruldamaya başladı. Gittim mutfağa bir şeyler atıştırdım ve ardından yattım. Sabah erkenden kalktım. Beni genellikle annem kaldırırdı. O uyanık değilse babam kaldırıldı. Her zaman ikisinden biri muhakkak uyanık olurdu. Kızı düşündüğümden midir nedir bilmiyorum ama o gün çok dinç kalktım. Kahvaltı yaptım. Annemle vedalaşıp okula doğru yürümeye başladım. Okul yürüme mesafesindeydi ve o yüzden yürüyerek gidebiliyordum. Okula geldim. Sınıfa girdik ama Elif'i göremedim. Gözüm Elif'i arıyor. Halil'e de soramazdım. Ben bunu düşünürken kapı açıldı.

Elif geldi ama ne Elif. Dünden eser yoktu Elif'ten. Mini etek giymiş, belirgin bir şekilde makyaj yapmıştı. Bu durum abaza diye hitap ettiğimiz erkeklerin ilgisini çekmişti. Bundan rahatsız olmuştum fakat kıza da gidip bir şey de söyleyemezdim. Neyse teneffüs oldu kız kantine gitti. Bu sırada tanışmadığım diğerleriyle de iyice tanışıp kaynaştım. Biraz sonra Elif elinde hiçbir şey olmadan geri döndü. Arkadaşlarıyla konuştuğunu duydum, "Çok sıra var." dedi. Neyse böyle 2-3 ders geçti. 4. Dersin teneffüsünde yani öğle teneffüsünde, orta sırada otururken kantinden aldığım simiti yedim. O sıra da Halil'le sohbet ediyorum, benim de 2 ayaklarım dışarıda yani karşılıklı 2 sıradan sohbet ediyoruz. Elif'te Halil'e doğru yaklaştı, 50 kuruş istedi ve o anda kız dengesini kaybedip geri geri gelerek kucağıma oturdu...

Abi var ya o an öyle bir andı ki yapacağın herşey sakat. Kızın poposundan tutsan sakat , belinden tutsan sanki ilişkiye giriyormuşsun havası var. Normal kendim ayağa kalkmaya çalışsam, organım, kızın poposuna değiyormuş gibi görüneceğinden oda sakat. Neyse kız ayağa kalktı. Etrafta olayı görenler zaten kahkaha atıyor, kahkaha atanları gören ne oldu falan deyip gülünen olayı merak ediyordu. Bu sırada acayip derecede utandım ve yanaklarım kıpkırmızı oldu. Okula geldiğim andan itibaren Elif'e aşıktım ama şu cümlesiyle artık bir daha hayatıma giremeyeceğini garantilemiş oldu. Kız bana bakarak güldü ve yanındakilere : "Çocuğa bak lan utandı." dedi...

Şu cümleyi duyduktan sonra 4-5 saniye sanki nefes alamadım. Çantamı alıp lavaboya gittim. Utandığımdan utanmaya, bunun yüzünden ağlamaya başladım. O kız olmasına rağmen nasıl bu kadar rahat konuşabiliyordu, hiç utanmıyor muydu? Hadi onu geçtik ya yanındaki erkekler, onlarda mı hiç utanmıyordu? Resmen sevgilisiymişler gibi konuşuyorlardı. Bütün cesaretimi topladım. Dedim, lan ne olacaksa olsun, başlarım bu hayata sonunda ölüm mü var diyerek lavaboda çantamı bırakıp hızlı bir şekilde sınıfa doğru koşmaya başladım. Koşarken daha demin ağladığım için daha yere düşmeyen gözyaşları yanağımdan akıp yere düşüyordu. Sınıfa geldim. Hocamız sınıftaydı. "Elif ayağa kalk." dedim. Sanırım beni sallamadı ki bana dönüp bakmadı bile. Koridoru inletecek şekilde "Elif!" diye bağırdım. Uzay sessizliğinde bir hava bürüdü sınıfı. Millet şaşkın gözlerle bana bakıyordu. Elif en önde oturuyordu ve büyük bir cesaretle o şaşkın bakışların arasında kızın dudağına yapıştım ve öpmeye başladım... Lise Maceramı Anlatıyorum O an var ya korku diye bir şey yoktu gözümde. 2 saniye anca sürdü. Kız beni geriye doğru itti ve "Ne yapıyorsun lan gerizekalı hayvan." dedi. Artık hayatımın değişmesine sebep olacak an, o andı. Hocamız geldi ve kolumdan tutup suratıma tokat attı. Sınıftaki herkes şaşkın gözlerle bana bakıyordu. Bu sırada Elif bir sıraya oturmuş ağlama numarası yapıyordu. "Lan fahişe erkeklerle sarmaş dolaş gezerken iyiydi." dedim. O sıra da hoca beni elimden tutup kapıya doğru itti. Dengemi kaybetmeme rağmen yere düşmedim. Elimden tutup beni müdürün odasına götürüyordu. Bu sırada bağırma seslerini duyan koridordaki diğer sınıfların kapısı açıldı. Diğer hocalar ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. O hocaların arkasından da bağırmaların nereden geldiğini merak eden 2-3 çocuk daha vardı. O şaşkın bakışların arasından, resmen beni küçücük bir çocukmuş gibi daha okulun ikinci gününde müdürün odasına doğru götürüyordu. Kapının önüne geldik ve hoca kapıyı açarak beni içeriye itti. Müdüree "Hemen bu çocuğun tasdiknamesini hazırlar mısınız?" dedi...

Aradan geçen 1 saati düşündüm de bir kız için okul hayatım bitecekti. Hocamız durumu anlatmadı. "Direkt siz tasdiknameyi hazırlayın." dedi. Bu işin artık kaçarı yoktu. Bir ara hoca odadan ayrıldı. O sıra müdür bilgisayardan bazı yazılar yazdı, yazıcıdan kağıtlara yazdıklarını bastırdı ve ardından çıkan kağıtları damgaladı. Bana, "Şurayı imzala." dedi. 12 senelik emeğim 1 saat içerisinde bitmek üzereydi. Kalemi alıp tam imzayı atacakken kapı açıldı. Hocam geldi. Yanında Elif de vardı. Elif beni görür görmez sanki 5 vakit namazını kılan, başörtü takan, kuran bilen ve sanki imam hatip lisesine giden bir namuslu kız rolüyle bana doğru baktı. Müdür, "Sen şurayı imzala ve çık." dedi. "Neyse hocam en azından şu kızdan kurtulurum." dedim ve imzaladım. Elif, bir anda "Ne diyorsun bak seni çok kötü yaparım mal." diye cevap verdi. O an da dayanamayıp müdürün odasında ve müdürün gözünün önünde kıza tokat attım. Müdür hocaya "Götür şu kızı ben bununla ilgilenirim." dedi. O an ağladım çünkü hoca odadan çıktıktan sonra o durumda olsam bile gülmekten gözlerimden yaşlar getirten bir olay oldu...

Hocam odadan çıktıktan sonra müdür artık neden tasdiknanemin hazırlanmasının istendiğini sanırım anlamıştı. Ama gözünün önünde kıza vurduğum için de baya sinirlenmiş, beni kesin döveceğini gözlerinden anlayabiliyordum. Hemen telefondan babamı aradı. Telefonu kapalıydı, sanırım toplantıdaydı. Ardından annemi aradı. Ben o sırada tabii ailemi unutmuştum. Aileme eve gidince ne cevap verecektim? Zaten zar zor orta okulu bitirdim ve kıytırıktan bir liseye yerleşebildim. Normalde annem kızmazdı ama bu durumda her şey çok farklıydı. Kızı öptüğümü duyarsa hem şaşırır hem de beni dayak manyağı yapardı. Ben bunları düşünürken müdür "Fatih'in annesiyle mi görüşüyorum?" dedi bağırarak. Ardından "Hemen okula gelin, çocuğunuz bu okuldan atıldı." dedi. Annem herhalde bu cümleyi duyduktan sonra şaşkınlığından konuşamadı ki müdür "Alo, alo, alo..." deyip sesine cevap alamadığından telefonu kapattı. "Şimdi sana gelelim Fatih bey. Sen nasıl böyle bir şey yaparsın lan sıpa? " dedi. Beni dövmek için yerinden kalktı. Masasının arasından yanıma doğru gelirken yerde duran kağıdı görmeyip üstüne bastı. Basmanın etkisiyle kayıp yere düştü...

O an da var ya, müdür yere düştü ya, bana bir bakışı vardı, cıların çocuğu gibi. O anki bozuk moralim, hocanın düşmesiyle kahkahaya dönüştü. Öyle bir kahkaha attım ki, müdürün odasına yakın olan sınıftaki hoca yanımıza geldi. Müdür tabii o ara da beni dövemeden koltuğuna çoktan oturmuştu. Gelen hoca "Bir sorun mu var hocam?" dedi. Müdür "Yok bir şey." deyince yine ufakta olsa güldüm. Hoca tekrar sınıfa gitti. Müdür bana tip tip bakıyordu. Bu sırada geçen zamanda son ders olmuş ve zil çalmasına saniyeler kalmıştı. O ara zil çaldı. "Hocam gidebilir miyim?" dedim. "Hayır gidemezsin, 8. derse kadar buradasın." dedi. Normalde 6 ders gördüğümüzden şimdi çıkmam gerekiyordu. Müdür bilgisayarıyla ilgilenirken benim de artık ayakta durmaktan bacaklarım ağrımıştı. Tekrardan ne olacaksa olsun diyerek ilk kapı açıldığında kaçacaktım. 2-3 dakika sonra kapı çaldı ve ardından kapı açıldı. Gelen nöbetçi öğrenciydi. Hızla kapıya yönelip, aralanan kapının koridora açılan boşluğundan dışarıya çıkarak koşmaya başladım. Hoca kaçtığımı görünce yerinden kalktı. O yerinden kalkana kadar ben çoktan koridorun sonuna gelmiştim. Bana el hareketleriyle gel işareti yapıp "Gel lan buraya." dedi. Müdürün bağırdığını gören diğer çocuklar da olan biteni anlamaya çalışıyordu. İkinci kata indim, tuvaletten çantamı aldım. Heyecandan nefes almakta zorluk çekiyor, bu sıra da beni müdürün takip ettiğini zannediyordum. Merdivenleri 3'er 3'er indim ve belimde çanta takılı vaziyette giriş katına ulaştım. Okuldan dışarıya çıkıp ana kapıya doğru hızlı bir şekilde koşuyorum. Koşarken yanından geçtiğim birkaç çocuğa çarpıyorum. Böyle koşmaya devam ederken, arkama dönüp müdürün ya da bir başka hocanın takip edip etmediğine bakarken dang ! diye birine çarptım. Çarpmanın etkisiyle yere düştüm. O an dedim ki keşke müdür beni yakalasaydı ya da hiç müdürün odasından çıkmasaydım. Çünkü Elif'in de yanında olduğu 4 erkekten en kalıplı olanına çarpmıştım. Ben yerdeyken çarptığim kişi "Bu mu?" dedi Elif'e bakarak. Elif de "Evet bu o. Gebertin dayaktan." dedi...

Çarptığım çocuk beni eliyle yakamdan tutarak kaldırmaya çalıştı ama ben karşı çıktım. Bunun üzerine kalıplı olan çocuk yanındakilerle beraber benim ellerimden ve ayaklarımdan tutarak taşımaya başladılar. Elif de geliyordu. Bir 50 metre falan sonra "Siz halledin, ben eve gidiyorum." dedi. Elif yanımızdan ayrılırken, bana böyle intikam almış havasıyla çok şeytanca bir gülüşü vardı. Benim ellerimden ve ayaklarımdan tutan çocuklardan ne kadar çok kendimi sağa sola atmaya çalışsamda kurtulamadım. Beni okulun en arka tarafına getirdiler. Olayı merak eden 15-20 kişilik grupta bizi izliyordu. Ellerimden ve ayaklarımdan tutan çocuklar beni yere bıraktı. Dayak yiyeceğim belli olduğundan ilk hamleyi ben yapayım da bari bir tane vurmuş olayım diye düşündüm. Hızlı bir şekilde, daha çantamı yere atmadan, aniden ayaklanıp içlerinden en kalıplısının suratına öyle bir vurdum ki benim elim acıdı. Bu ani yumruğuma kavgayı izleyenler, oha, oha ve birkaç tam duyamadığım kelimeler ile tepki verdiler. Ben bu kalıplı olana yumruk atınca diğer üçü benim üstüme atladı. İlk darbeyi çeneme doğru aldım. Bu fazla acı vermedi sonra arkadaki kafa attı ve yere düştüm. Yere çok sert düştüğümden kolumun dirsek kısmını çok sert bir şekilde yere çarptım. Yerdeyken de karnıma karnıma gelen sert ayak darbelerinin etkisiyle nefessiz kaldım. En kalıplı olanı, üçünün bana vurmasından dolayı boş vuracak yer bulamamıştı. Bu arada kimse ayırmaya çalışmıyor sadece izlemekle yetiniyordu. En kalıplısı, "Bir çekilin." dedi. Önce ağzıma, ardından burnuma doğru iki tane yumruk attı. Ardından beni öylece bırakıp gittiler ve işin kötü tarafı izleyenler de yavaş yavaş o ortamdan dağılıyor ve yardım etmiyordu. Yukarı doğru baktığımda müdürün camdan olayı fark ettiğini ve o şerefsizin sırıtarak beni izlediğini gördüm. Güçlükle ayağa kalkabildim. Ağzım yüzüm kan içinde, okulun kapısına doğru yürüyordum. Yere düştüm ve bayıldım...

Gözlerimi yavaş yavaş açtım. Sağ tarafımda annem, sol tarafımda ise babam vardı. Konuşmakta güçlük çekiyordum. Bu sırada annem ve babam halen beni fark etmiş değildi. "Anne." diyerek kısık bir sesle konuştum. Annem fark etti ve "Oğlum." diyerek bağırdı. "Nasılsın oğlum?" dedi. Bu sırada babam da "Nasılsın?" dedi. "İyiyim sağolun." dedim. Buraya nasıl geldim diye sordum. "Bir arkadaşın getirmiş adını hatırlayamadım. Ha hatırladım Halil'di adı." dedi. Daha sonra "Geç olduğu için evine gitmesi gerektiğini söyledim. Çok kalmak istemesine rağmen ben çok zorladım. Telefon numarasını aldım haberdar edecem onu diye. Dur bir arayayım meraklanmasın çocuk." dedi annem. Annem kapıdan çıktı, o ara doktor geldi. "Delikanlı uyanmış. Eğer iyiysen taburcu olabilirsin." dedi. Kolumun ağrıdığını söyledim. Hemen koluma röntgen çektirilmesi gerektiğini söyledi. Röntgen çekildi. Maalesef kolum dirsek kısmından kırılmıştı. Annem ve babam bunu bana yapanları sordular ve onlara "Boşverin." diyerek cevap verdim. Alçı odasına gittim. Koluma alçı yapılırken, doktor içeri girdi ve, sana şimdi polis birkaç soru soracak, dedi. İçeriye Polis uniformalı bir adam girdi. Bunu kimin yaptığını sordu. Kavga ettim deyince "Bu normal bir kavga gibi değil, istersen şikayetci olabilirsin." dedi. "Hayır." dedim. "Eğer korktuğundan şikayetçi olmak istemiyorsan sakın korkma, kimse sana bir şey yapamaz" diye cevap verdi. "Sağolun ben şikayet etmek istemiyorum." dedim. Eğer şikayet edersem bana bunları yapan o çocuklardan, Elif'ten ve müdürden intikam alamayacaktım...

O gün kolum alçılı bir şekilde hastaneden ayrıldım. 1 Aylık rapor aldım ve eve gittik. Aileme eve girer girmez bu olay hakkında lütfen hiçbir şey konuşmayalım dedim. Okul meselesini de annem hiç belli etmedi. Odama çıktım, Facebook'a girdim. Duvarımda, nasılsın diye paylaşım yapanları gördüm. Hiçbirine cevap vermedim. Facebook hesabımı dondurdum. O sıra annem geldi. Haftaya pazartesi günü okul işlerini ben hallederim, dedi. Anne telefonunu getirir misin, dedim. Telefonu getirdi ve annem yanımdan ayrıldı. Halil'i aradım. Daha, "Alo Halil..." der demez bir şey söylememe izin vermeden, "Nasılsın?" dedi. Halil'in sesi benim iyi olduğumu duyunca sevinmiş olduğunu belli ediyordu. "İyiyim fakat kolum kırıldı. Bu arada hastaneye getirdiğin için sağol." dedim. Paso için öğrenci belgesi almak gerekiyordu. Halil de bunun için müdür yardımcısı odasına gitmiş. "İşim biraz uzun sürdü yoksa sana bunları yapanları farkedip 2-3 tanede olsa yumruk atardım." dedi. Öğrenci belgesini aldıktan sonra okul girişinde benim yerde durduğumu görünce hemen yanıma gelmiş. Bizim okula taksi durağı çok yakın olduğundan gitmiş çağırmış taksiyi. Taksiciyle beraber beni arabaya taşımışlar. Sonra hastaneye getirmişler. Hastaneden de bir şekilde anneme ve babama ulaşmışlar."Fatih var ya yanında kalacaktım da annen çok ısrar etti. bir de geç olmuştu gitmek zorunda kaldım kusura bakma." dedi. "Halil çok sağol, bu iyiliğini hiç unutmucam dostum. Şimdi kapatmam lazım, kendine iyi bak." dedim. O da "Tekrar geçmiş olsun." deyip telefonu kapattı.

1 HAFTA SONRA

Kolumun ağrısı geçen haftaya göre azalmış fakat inanılmaz derecede kaşınıyordu . Ben de klavyeyi kullanamadığımdan Youtube'a falan giriyor ya da televizyon seyrediyordum. Akşam oldu, annem odama geldi. "Oğlum hiçbir okul seni kabul etmiyor. Ne yaptıysan hiçbir okul seni almıyor. Maalesef bundan böyle açık liseden okumaya devam edeceksin" dedi. Gözümdeki öfke 2 kat arttı. Lise hayatım bitmişti. Artık hem çalışıp hem okuyacaktım. Öyle boş boş evde asosyal şekilde oturamazdım.

1 AY SONRA

Kolumdaki ağrı tamamen geçmiş, alçının kapattığı yeri kaşıma problemini ise geçen zamanda oraya kalem sokarak geçiştirmeye çalışmıştım. Hastaneye annemle gidip alçımı çıkarttırdım. Eve geldik. Artık babama akşam olunca okuldan atıldığımı ve açık liseden okuyacağımı anlatmam gerekiyordu. Akşam oldu, babam geldi. Annem durumu anlattı. Babam fazla bir şey demedi hatta durumu çoktandır bildiğini söyledi. İntikam planımı kolum azda olsa ağrıyor olsa bile başlatmam gerekiyordu. Ama tam olarak nasıl yapacağımı bilmiyordum. Halil'in farkında olmadığı halde söylediği muhteşem planı devreye sokmaya karar verdim...

Geçen 1 ay içerisinde dışarı hiç çıkmamıştım. Ağzımda oluşan yara izleri ve burnumdaki şişlikler geçmişti. 1 Ay içerisinde Halil her hafta durumumu merak ettiğinden arardı. Bu sefer ben arayayım, dedim. Telefonum olmadığından annemin telefonundan aramak zorundaydım. Halil'i aradım. İyi olduğumu, 1 ay önce yaptığını asla unutmayacağımı söyledim. "Fatih bir daha bunu söylersen arkadaşlığımız biter. Ben orada yapılması gerekeni yaptım. Benim yerimde olsaydın sen de aynı şeyi yapardın." dedi. Ben, bana bunları yapanlardan intikam almak için açıklarını yakalamak istiyordum. Halil'e okulda durumlar nasıl diye sordum. "Elif bıraktığın gibi aynı fahişeliğini devam ettiriyor. Erkeklerle sarmaş dolaş." dedi. Benim ilk hedefim müdür olduğu için onunla ilgili bir şey demesini bekliyordum. "Ha Fatih bir de okulda şöyle bir söylenti var. Müdür ile hani şu Esma Hoca var ya ingilizceci, aşk yaşıyorlarmış hatta öpüştüklerini gören bile varmış." dedi. O anda aklıma geldi, o plan."Halil müdürün odasında kamera var mı?" dedim."Var galiba da, niye?" diye sordu."Boşver niye olduğunu. Şimdi ben senden şunu istiyorum. Yarın müdürün odasına git kamera var mı bir tekrar kontrol et. bir de en önemlisi müdürü ve Esma Hoca'yı bir takip et bakalım müdürün odasında buluşacaklarmı. Eğer buluşurlarsa, saat kaçta, tam saati lazım bana, niye olduğunu sorma." dedim. "İntikam alacan değil mi? O şerefsiz için değer mi?" dedi."Kaybedecek hiçbir şeyim yok sen dediklerimi yapıcak mısın ?" dedim."Senden vallahi korkulur ama yapıcam." dedi.

1 GÜN SONRA

Akşama doğru Halil'in aramasını heyecanla bekliyordum ve telefon çaldı. Hemen baktım telefona ve evet arayan Halil'di. Direk konuya girdi. "Evet kamera var odasında. Bu arada müdür ile Esma hoca buluştu. Söylediğini yaptım. Saat tam 12:40'dı. Her teneffüs odasını gözetledim. Bir şey kaçırırım diye öğle teneffüsünde yemek bile yemedim." dedi. "Çok sağol Halil ama son bir isteğim var senden. Bugün ki takip etme işini 2 gün daha yapmanı istiyorum. Bakalım her gün o saatlerdemi geliyor. Belki de Esma hoca bir sorun için gelmişti." dedim. "Fatih tamam ama bu son olsun." deyip telefonu kapattı.

2 GÜN SONRA

Akşam saatlerinde yine Halil aradı. "Evet o saatlerde buluşuyorlar, sanırım söylentiler doğru." dedi. "Yaptığın her şey için saol Halil." deyip telefonu kapattım. Yarın büyük bir macera beni bekliyordu. Çünkü orada ne olacaksa, müdürün odasına girip sesleri duymak istiyordum.

Yarın sabahleyin erkenden kalkıp kahvaltımı yaptım. Üstümü giyip dışarı çıktım. Biraz etrafı gezip 1 ay içinde neler değişmiş onun kontrolunü sağladım. Öğle vakti daha doğrusu Halil'in söylediği saat gelmek üzereydi. Okula doğru yaklaştım. Açıkcası ufakta olsa heyecanlanmıştım. Birileri beni görebilir diye önce arka demirliklerden bahçeye girdim. Daha sonra arka kapıdan okulun içine girdim. Sivil üstle geldiğim için dikkat çekiyordum. Merdivenlerden yavaş yavaş çıktım. Müdürün odasının bulunduğu kat sessizdi çünkü daha öğle teneffüsü zili çalmamış, haliyle kimse ortalıkta yoktu. Müdür odasına en yakın tuvalet, kadın öğretmenler tuvaletiydi. O tuvalete girdim. Zilin çalmasını beklerken tuvaletin dışından bir topuklu ayakkabı sesi duydum. Belli etmeden kimin geldiğini baktım. Gelen Esma Hoca'ymış. Hemen bir tuvalet kabinine girip saklandım. Kadın şarkı söylemeye başladı. Bir ara yere bir şey düşürdü. Kabindeyken aşağıya doğru hafifçe eğilip baktım, makyaj malzemesiydi. Bizim şerefsiz müdüre güzel görünmek için makyaj yapıyordu. Esma Hoca tuvaletten çıktı. Ben de kabinden çıkıp etrafı kolaçan ettim. Müdürün odasına iki kez tıklattım. Ses gelmeyince kapıyı açtım. Tam istedigim gibi içeride kimse yoktu. Dolaba rahatça sığdım çünkü içinde fazla eşya bulunmuyordu. Beklemeye başladım. 20-25 dakika beklemeden sonra içeriye biri girdi. Sanırım bu müdürdü. 10 dakika sonra biri daha girdi, sanırım bu da Esma Hoca'ydı. Dolapta ne konuştuklarını dinlemeye çalışırken şöyle bir cümle duydum : "Hocam not işini nasıl ayarlıcaz?"

Kezban sesine benziyordu bu ses. Esma Hoca'nın sesi değişmişti herhalde. Ardından müdür soyun falan bir şeyler söyledi tam duyamadım orayı. Ardından net duyabildiğim, cinsel ilişki içerikli sesler duymaya başladım. Sanırım işe başlamışlardı. Müdür ile Esma Hoca arasında söylenenler doğruydu. Kapıyı da kilitlememişlerdi. Açıkçası büyük cesaretti. Sadece şu an yaptıklarına kilitlendikleri için sanırım kafa uçmuştu. Ben de artık onları o vaziyette yakalamak için dolaptan çıkmaya karar verdim. Hızlıca dolabın kapısını açtım, bunlar kucak kucağa idi. Ama oha diyeceğim bir şey olmuştu. Bu Esma Hoca değildi, bu Elif'ti…

Dolaptan çıktım müdürün bana bir bakışı vardı kelimeler anlatmaya yetmez. Yaptığı işi bıraktı fakat Elif'in halen kafası yerinde değil ki beni farketmedi. "Fahişe." diye bağırdım. Elif "Ayyy" diyerek çığlık attı. Hemen üstünü başını düzeltmek için bulunduğu yerden indi. Ben ise halen olayın şokundaydım. Fakat bir taşla iki kuş vurmuş oldum. Ayrı ayrı intikam almaktansa bu olay beni şaşırtsada işime yaramıştı. "Lan sizin işiniz bitti." diye bağırdım. "Çok yakın zamanda bana yaptıklarınızı ödeticem." dedim. Kapıya doğru yöneldim. Kapıyı açmayı denedim fakat kapı kilitliydi. Kilitli olmadığını zannediyordum ama öyleydi, demek ki dolabın içinden duyamamıştım. Bu arada halen müdür ve Elif olayın şokundaydılar ve bana aval aval bakıyorlardı. Elif pişman gibiydi fakat o pişmanlık fayda etmeyecekti. Onun yüzünden okul hayatım bitmiş aileme rezil olmuştum. "Nerede lan anahtar?" dedim müdüre. Böyle kekeleye kekeleye "Ve-re-mem." dedi. Kapıya omuz attım açılmadı. 2-3 kere daha kapıya omuz attım ve sonunda açıldı. Kapıdan çıkmadan ikisine de art arda bakarak "Bu şehirden defolup gidin." " dedim. Süratle merdivenlerden aşağıya indim ve aynı hızla burada işim bittigi için ön kapıdan dışarı çıktım. Eve geldim, üstümü çıkarttım. Annem nefes nefese kaldığımı görünce "Bir şey mi oldu oğlum?" dedi. "Yok anne." diyerek cevap verdim. Annem gittikten sonra soluklandım. Üstümü çıkarttım ve duş aldım. Üstümü giydim ve yatağıma uzandım. Halen inanamıyordum. Elif lan Elif. Ne hayaller kurduğum Elif. Tamam ilk gördügüm andan itibaren bu kızda bir şeylik var dedim ama bu kadarını da beklemiyordum. Annemden telefonu alıp hemen Halil'i aradım. Gördüklerimi anlatmaya başladım ve o, söylediklerim karşısında şok oldu. "Emin misin Fatih?" dedi. "Yemin ediyorum." dedim. "Fatih harbi inanamıyorum ama o kız zaten fahişenin tekiydi. Yapmıştır." dedi ve ardından telefonu kapattı. Ama bir sorun vardı. Halen intikam planım sona ermemişti. Müdürle Elif'i yakalamıştım ama kanıtım yoktu. Kamera kayıtlarını almam gerekiyordu. Bunun için müdürün odasına girecek ve bilgisayardaki kamera kayıtlarını yanımda getireceğim DVD'ye atacaktım. Yarın yeni ve büyük bir macera daha beni bekliyordu...

O gece müdürü ve Elif'i düşünmekten uyuyamamıştım. Halen olayın şokundaydım. Bir not için bakireliği gitmişti Elif'in. Belki de daha önceden gitmişti. Müdüre bir not için bakireliğini feda ettiyse başkasına niye feda etmesin ki? Bu sırada içim içimi yiyordu, ya müdür kamera kayıtlarını silmiş olursa? Benim verdiğim o kadar emek hem çöpe gidecek ve hem de intikam alamayacaktım. Sabah kalktım, annem ve babamla kahvaltı yaptım. Babamdan 20 lira istedim sağolsun verdi. Hızlıca üstümü giydim ve dışarı çıktım. Kırtasiyeye girdim ve DVD aldım. Bu DVD benim için önemliydi. Kamera kayıtlarını bu DVD'nin içine yükleyecektim. Hızlıca kırtasiyeden çıkıp okula doğru yürümeye başladım. Ön kapıdan girdiğimde dikkat çekiyordum. Okul bekçisi de içeriye girdiğimi görünce bana tip tip baktı fakat bir şey demedi. Yavaş bir şekilde merdivenlerden çıktım. Müdürün odasının olduğu kata geldim. Daha saat çok erkendi, etrafta kimse yoktu, öğrencileri bırakalım hocalar bile gelmemişti. Müdürün odasına, kapısının önüne geldim. Dün omuzumla açtığım kapıyı tekrar aynı şekilde açmak zorundaydım çünkü kapı kilitliydi. Bu kapı 180 derece açılabilen bir kapıydı. Tek seferde sertçe kapıya vurup kapıyı açtım. Müdürün odasına özel şalterleri kaldırıp elektriği aktif duruma getirdim. Monitörün ve kasanın fişinin bağlı oldugu 3'lü prizi fişe bağladıktan sonra bilgisayarı açtım. Bilgisayarın açılmasının ardından şöyle bir dosyaları karıştırdım. Yarım saat falan bir araştırma yaptıktan sonra kameranın kayıt dosyalarını buldum. Çok fazla kamera olduğu için müdürün odasındaki kamerayı bulmam gerekiyordu. Her kamera için farklı bir dosya vardı. Müdürün odasının kamerasının dosyasını buldum. ALLAH'a şükürler olsun ki dosya silinmemişti. Sanırım gerizekalı müdür, ben onları yakaladıktan sonra korkudan dosyayı silmeyi unutmuş ve eve gitmişti. Bilgisayara taktım DVD'yi. Ardından kamera kayıtlarının yüklenmesini beklemeye başladım. Tam 34 dakika sonra kamera kayıtlarının DVD'ye kopyalanacağı yazıyordu bilgisayarda. 34 dakika çok uzun bir süreydi. Zamanım kısıtlıydı ve 34 dakika bitmeden müdür odasına gelebilirdi. Terleye terleye tam 30 dakika geçti. Zil çaldı. Öğrencilerin bahçede toplanma ziliydi bu. Ben tabi heyecandan yerimde duramıyordum. Ardından 3.5 dakika daha geçti ve son 30 saniye kaldı. Bir zil daha çaldı. Bu zil "Sınıflara çık." anlamına zil sesiydi. Ardından kapıyı açıp etrafı kontrol etmeyi düşündüm. Kapıyı hafif aralayıp kafamı dışarı çıkarttım. Koridorun ilerisinden müdürün geldiğini gördüm. Elim ayağıma dolaştı. Bilgisayara baktım son 10 saniye kalmıştı. O 10 saniye de kapı deliğinden baktım, odaya doğru yaklaşıyordu. O sırada bir hocayla karşılaştı ve sohbete daldı. Ben bir oh çekicem diyebilseydim keşke. Aktarmanın bitmesins son 4 saniye kala "DVD'inizde boş yer kalmamıştır." hatası verdi. O an var ya dünya başıma yıkıldı. Kapı deliğinden baktım. Müdür sohbet ettiği hocanın yanından ayrılmış, telefonunu kulağına tutmuş vaziyette odaya doğru geliyordu. "Onu nereye gireceğimi bilmiyorum." mu o tarz konuşma geçti ama tam duyamadım. Müdür yaklaşırken, odaya gelmeden inanılmaz bir şey yaptım ve müdür kapıyı açtı...

İçeriye girerken telefonda konustuğu kişiye "Ben anlamıyorum diye aradım seni dün. Acil gelip sil kamera kayıtlar..." söylemi, göz göze gelmemizle yarım kalmıştı. "Ne arıyorsun lan odamda puşt?" dedi. Müdüre göre ben 2 kat daha hızlı koşuyordum. Müdürün odası küçük olsada yanından koşarak sıvışabilirdim. "Kes lan sesini şerefsiz." dedim. O anda üstüme doğru yürüdü. Ben de masasının üstüne çıktım. Bana elini uzatmaya çalışsada akrobatik hareketlerle kurtuldum bundan. Boş bir anını yakalamaya çalışıyordum. Bir anda sağ tarafa doğru atladım. Hızlıca kapıya doğru yöneleyim derken omzumdan tuttu şerefsiz. Bana bir tokat attı ve üstümden tutup yere fırlattı. Yaşlı olmasına rağmen gayet güçlüydü. Ben de yerdeyken ayağımla müdürün organına vurdum. O vurmayla ağzı acıdan açık kaldı ve iki elini de oraya götürdü. Ben fırsattan istifade yaparak sıvıştım ve merdivenleri hızlıca inip bahçeye geldim. Hızlı bir şekilde arka bahçeye gittim. Çünkü müdür odaya gelmeden önce bilgisayarının kasasını arka bahçeyi gören camdan aşağıya fırlatmıştım...

Arka bahçeye geldiğimde kasa param parça olmuştu. Fakat içinden etrafa savrulanlar sağlam gibiydi yani bana öyle gelmişti. Bilgisayar ile aram fazla iyi değildi. Kasanın içinden çıkanların isimlerini biliyordum fakat mesela ekran kartı bu kasada hangisiydi onu bilmiyordum. Sağ tarafı kırılmış olan kasanın içine, kabloları çıkmış ve etrafı zarar görmüş parçaları içine atıp, kasayı bir poşet gibi sol tarafa doğru eğerek götürüyordum. Bahçenin ortasına geldiğimde "Bilgisayarımı getir lan buraya." diye bir ses duydum. Bu müdürün sesiydi. Bekçiye bakmadan bekçiye bağırdı ve "Tut şu çocuğu." dedi. Ben ise gayet rahattım. Sadece biraz adımlarımı hızlandırdım. Çünkü bekçi yerinde yoktu. Müdürün bana karşı öfkesi ve hırsı yüzünden kafası uçmuştu. Elimde kasa ile birlikte taksi durağına geldim. Taksiye bindim ve bizim evin az uzağınsa bilgisayar tamiri yapan iş yerinin adresini söyledim. Geldiğimizde taksi ücreti olan 10 lirayı ödedim. Bagajda duran kasayı alıp ikinci kattaki bilgisayar tamiri yapan iş yerine çıktım. Selamun aleykum diyerek içeri girdim. 2 ay önce, evde olan bilgisayarım hatırlayamadığım bir nedenle arızalanmıştı ve buraya getirmiştim. "Hoş geldin abisi." dedi görevli. "Abi bu kasanın hard diski bana lazım." dedim. Bugün bakayım, yarın sen uğra buraya." dedi. Tamam deyip çıktım oradan ve taksiye binip eve gittim. Babamın verdigi 20 lira bitmişti. Eve geldiğimde üstümü çıkartıp duş aldım ve öğlen yemeğini yedim. Akşama kadar Facebook'a takıldım. Akşam yemeğini yeyip yattım. Sabah kalktım ve babamdan 50 lira istedim. Yine sağ olsun verdi. Bu kadar olaya rağmen iyi davranması beni mutlu ediyordu. Neyse bilgisayarımın kasasını çıkarttım. Çünkü müdürün odasındaki bilgisayarın kasasının içinden çıkan hard diski benim bilgisayarıma taktıracaktım. Bilgisayar kasamı alıp taksiye bindim ve bilgisayar tamiri yapan yere geldim. Taksi ücretini verdikten sonra yukarı kata çıktım. Görevli, müdürün odasındaki bilgisayarın içinden çıkan hard diskin sorunsuz çalıştığını söyledi. Derin bir oh çektikten sonra o hard diski yanımda getirdiğim kasaya takmasını söyledim. 20 dakika sonra kasayı ve benim bilgisayarımdan çıkan hardd diski teslim etti. 30 lira ödedim ve geri kalan parçaları onlara hediye ettim. Taksiye atlayıp eve geldim. Babamın verdiği 50 lira bitmişti. Para gerçekten zor kazanılıp kolay harcanıyordu. Neyse hızlıca bilgisayarımı kurdum. Bilgisayarı açtım ve büyük hayal kırıklığına uğradım...

Evet hard disk sorunsuz şekilde çalışıyordu. Fakat içindeki, kamera kayıtlarının olduğu dosya şifreliydi. Bütün gün boyunca dosyanın şifresini kırmak için uğraştım, denemeler yaptım ama olmadı. Denediğim bütün yöntemler işe yaramadı. En sonunda bilgisayar tamirhanesine götürdüm, onlar da yapamayacaklarını söyledi. Artık geriye yapılabilecek tek şu kalmıştı. O da, müdürün evine gizlice girip hard diskin şifresini aramak olacaktı. Bu çok riskliydi ve eğer yakalanırsam kötü sonuçları olabilirdi. Bunun için bu olayı biraz ertelemek istedim. Halil'i aradım nasıl olduğunu falan sordum. İyiyim, dedi. Öyle biraz sohbet ettik ardından o beni öldüresiye döven çocukların ev adreslerini istedim. İlk başta o en kalıplısının yanındaki köpeklerden intikam alacaktım.

1 HAFTA SONRA

O akşam Halil aradı. Sağolsun bulmuş adreslerini. Aralarına girmiş ve onlarla iyice dost olup kaynaşmış. İlk başta telefon numaralarını almış ardından ev adreslerini öğrenmiş. "Halil sağol vallahi. Bu yaptıklarını hiç unutmucam." dedim. "Lafı olmaz" dedi. "Bu arada Elif'ten ne haber?" deyince "Fatih hiç sorma, şerefsiz müdür Elif'e ne dediyse kız o kadar rahat ki. Hiç korkusu yok. Aynı fahişeiğini devam ettiriyor. Senin planınla rezil edelim şu Elif'i ve diğer malları." dedi. "Sen merak etme Halil." deyip telefonu kapattım. Yarın, üç şerefsiz için hazırladığım ayrı ayrı planı devreye sokacaktım...

Cemil. Aralarından en uzun boylusu ama kavgada yapabileceği hiçbir şey yok. Sadece yanındakilere güvenen, teke tek adam gibi kavga etsek dayaktan gebertebileceğim süt çocuğu. Zaten aralarından beni dövebilecek tek kişi en kalıplısı olan Murat'tı. Onun da zamanı gelecek. Neyse, buna öyle fazla kin tutmadım. Aslında hepsi beni savunmasız yakalayıp dövmüştü. Beni o durumda döverlerken hepsinin yüzüne dikkatlice baktım. Bana en az darbeyi atan Cemil'di. İntikam aldıığım her kişiye imzamı atacaktım. İmza dediğim olay da, hani kolumu kırdılar ya, o işte. O kol kırılmasını unutmadım unutmam da. Sadece birine imza atmayacağım, oda Cemil'e. Neyse sabah kalktım, kahvaltımı falan yapıp duşumu aldıktan sonra dışarı çıktım. Bizim odunlukta böyle sağlam sert odunlar var. Onlardan bir tane kaptım. Bizim mahalledekilere dikkat çekmeden odunu saklaya saklaya Cemil'in evinin yolunu tuttum. Evi içlerinden bize en yakın olanıydı. Girdim apartmanlarına elimde sopayla beklemeye başladım. Böyle ilerden Cemil'in anahtarla dış kapıyı açmaya çalıştığını gördüm. O an şöyle bir düşündüm şu ilerden gelen çocuk beni bütün okula rezil etti. Ama yaptığım kötü bir şey lan herhalde. Kapıyı açıp beni gördüğünde yanına gidip önüne geldim ve dedim ki "Neden lan neden? Niye böyle bir şey yaptın? Savunmasız durumdayken beni dövdünüz." dedim. Cemil beni itip "Kes lan iyi oldu." demesin mi...

O an var ya gözüm döndü. Benim şalterler attı. Beni ittikten sonra arka tarafımda sakladığım sopayı çıkarttım. Omzuna dokundum, şöyle kafasını bana doğru döndürürken elimdeki odunla suratına vurdum. Vurmanın etkisiyle Cemil yere düştü. Elimdeki odunu bir kenara fırlattım. Cemil'in yakasından tutup 2 tane gözüne yumruk attım. Bu sıra da Cemil bana karşılık veremiyordu çünkü bana karşı güçsüz ve savunmasızdı. Beni okulda döverkene çok güçsüz sanmış ve bunun da etkisiyle beni hafife almıştı. Sol elimle Cemil'in okul üstünün yakasından tutuyordum. Sağ elimle böyle sert şekilde 3 kere burnunun üstüne yumruk attım. Öfkemden salyalarım akıyordu. Her vurduğumda yaşadığım olaylar aklıma geliyordu. Beni nasıl herkese rezil ettiler aklıma geliyordu. Benim nasıl kolumu kırdılar aklıma geliyordu. Artık Cemil'in suratına vurmaktan üstüm başım kan içinde olmuştu. Aynı şekilde onun da üstü başı. Artık son hamleyi yapma vakti gelmişti, imzamı atma sırasıydı. Kolundan tuttum ve çevirdim. Tam dirsek kısmına vuracekken "Özür dilerim." diye bagırdı. Bu özür dilemesini öfkem nedeniyle duymadım bile. Özür diledikten sonra bu sefer ağlamaya başladı. Evet bildiğiniz bebek gibi ağlıyordu. Bu ağlama, yaptığı şeyden pişman olduğu için değil, yaşadığı acıdan dolayıydı. Ben ağlasada sızlasada Cemil'e imzamı atacaktım. Çevirdiğim kolunun dirsek kısmına koluna kıracak kadar sert şekilde vuracakken Cemil paçayı kurtarmayı başardı...

"Cemil!" diye bir bağırma sesi duydum. Bu kadın sesiydi. Sanırım bu Cemil'in annesiydi. Anne, diye bağırdı Cemil. Bir görseniz var ya o anne dediği anı küfür edersiniz. Bebekten farkı yoktu Cemil'in. İmzamı atamadan, Cemil'in de annesinin etkisiyle yeter bu kadar deyip, bir tarafa fırlatıp odunu da alıp binadan dışarı çıktım. Yürüdüm ve 100 metre sonra odunu çöpe attım. Üstüm başım kan içindeydi ve etraftaki insanlar bana korku dolu gözlerle bakıyorlardı. Artık hızlanmam gerektiğini düşündüm ve koşmaya başladım. Kısa süre sonra eve vardım. Her zaman su sayacının olduğu yerde yedek anahtar olurdu. O anahtarın açıkcası şu zamana kadar bir işe yarayacağını hiç düşünmemiştim. Neyse anahtarı alıp kapıyı açtım. Annem alışverişte ve babam işte olduğu için evde kimse yoktu. Hemen üstümü başımı çıkartıp yenilerini giydim. Çıkarttıgım giysilerin kandan rengi değişmişti. Bu giysileri imha etmem gerekiyordu. Giysileri siyah poşete koydum. Cakmağı ve poşeti alıp dışarı çıktım. Issız bir yere gittim. İyice etrafı kontrol ettikten sonra poşetten giysileri çıkartıp cebimdeki çakmakla giysileri ateşe verdim. Giysiler tamamen imha olduktan sonra eve gittim. Akşam olduğunda, annem ve babam ile yemek yedikten sonra hemen yatmaya gittim. Çünkü yarın Furkan'dan intikam almak için dinlenmeliydim...

Furkan. Cemil gibi, sadece biraz daha kilolu ve kısa. Hani şöyle kahvedeki şişman kısa boylu krolar var ya, he işte onun ergen hali. O da en kalıpları olan Murat hariç diğerleri gibi sadece arkasına güvenen, aşırı derecede küfürlü konuşan şerefsizin biri. Sabah kalktım annem ve babamla kahvaltı yaptım. Üstümü giyip dışarı çıktım. Ne yapacağımı bilmeden Halil'in verdiği adrese gittim. Verdiği adresteki apartmana aval aval baktım. Çünkü ne yapacağımı bilmiyordum. Artık şiddet uygulamayacaktım. Cemil bu konuda şanssızdı. Furkan ve geriye kalan şerefsizi döverek intikam almayacaktım. Neyse eve geri döndum. Su sayacının olduğu yerden anahtarı alıp kapıyı açtım. Annem komşuda ve babam işte olduğu için evde kimse yoktu. Hemen üstümü başımı çıkartıp yenilerini giydim. Yatağa yatıp düşünmeye başladım fakat şiddet uygulamadan aklıma yapabilecek hiçbir şey gelmedi. Yataktan kalkıp bilgisayarı açtım. Facebook'ta bizim okulun grubuna baktım. Grup üyelerine bakarken şerefsiz Furkan'ı gördüm. Profiline girdim ve profil fotosu bana intikam almak için kapı açtı...

Profil fotosuna Metin 2'deki hesabının itemlerini koymuştu. İtemleri detaylıca inceledikten sonra rahat 4500 TL edebilecek kanaatine vardım. Hesap seviyesi 88'di ve o hesapta baya bir emek vardı. Peki ben bu hesaba nasıl ulaşabilirdim bunu düşünmeye başladım. İlk başta başka bir Facebook hesabı açtım. Hesap ismimi bir kız ismi yaptım ve internetten bulduğum orası burası açık birkaç tane profil fotosu ekledim hesaba. Şerefsiz Furkan'a arkadaşlık isteği yolladım. 1 saat içinde kabul etti isteği. Herkese açık bilgilerinden mail adresini bulmaya çalıştım fakat mail adresi gizliydi.

Slm diye mesaj attım. Slm yazdı oda. Mail adresini verirsen webcamden show yaparım sana dedim. Sazan gibi atlayıp direk mail adresini verdi. Hotmaili açıp "Şifremi Unuttum" kısmına bastım. Şerefsiz Furkan'ın verdiği mail adresini yazdıktan sonra üstünde ileri yazan kısma tıkladım. Açılan ekranda "Annenizin doğum yeri." yazmaktaydı. İstanbul yazdım fakat kabul etmedi. Hemen Furkan'ın Facebook profilinde nereli olduğuna baktım. Maalesef yazmıyordu. Onunla olan konuşmamıza geri döndüm. "Canım nerelisin sen, yanına geleyim mi?" dedim. "Kayserili'yim bebeğim." dedi öküz. Hotmail sayfasını geri açıp denedim Kayseri'yi ama olmadı. Annen nereli diye sorsam da şüphelenebilirdi. Kayseri değil de tersten yazılışı olan iresyak yazayım dedim ve kabul etti. O an harbiden çok sevindim. Hemen şifreyi değiştirdim. Onu Facebook'tan engelledim. Sonra kısa sürede Metin 2 hesabının şifresini değiştirdim. Geri alması imkansız olsun diye msn adresi için de bunu yaptım. Metin 2 hesabına girip bütün eşyalarını birilerine dağıttım. Depoya koyduklarını yere attım. Facebook şifresini de değiştirdim. Profiline baktığımda sadece Metin 2 değil birçok online oyunda daha emeği olduğunu gördüm. Knight Online'dan başladım. İtemleri tradeden attıktan sonra League Of Legends hesabının şifresini değiştirdim. Böylelikle Furkan şerefsiziyle de işim bitmişti. Artık 3 kişi arasından en iyi intikamı alacağım Burak'a sıra gelmişti...

Burak. Gördüğüm kadarıyla sarışın ve havalı. Kolayca kızları tavlayabilecek tipi var. Furkan'dan intikam aldığım günün akşamı yemekten sonra annem elindeki birkaç kağıtla odama geldi."Nasılsın oğlum?" dedi. "İyiyim anne sen nasılsın?" dedim. "Ben de iyiyim sağol oğlum." dedi. "Hayırdır anne ne oldu?" dedim. Elindeki kağıtlara bana uzattı ve "Açık lise için parayı ödedim. Kaydıda yaptırmaya gittim fakat senin de gelmen gerekiyormuş. Sen şimdi al şu dekontu ve kağıtları, yarın git kaydını yaptır." dedi. "Tamam anne yarın hallederim." dedim. Ardından annem odamdan çıktı. O kadar çok şey yaşadım ki okul işine zamanım kalmamıştı. Babamdan 50 lira istedim. "Bak Fatih artık çalışmaya başla. Sana son kez para veriyorum. Bundan böyle kendi paranı kendin kazan." dedi. Utanarak, cüzdanından çıkarttığı 50 lirayı aldım. Ardından yatmak için odama gittim. Sabah kalkmamdan sonra annemle ve babamla kahvaltı yapıp dışarı çıktımm Halil'in Burak için verdiği adrese uzak olduğum için oraya taksiyle gittim. Apartmanları Burak şerefsizinin zengin olduğunu gösteriyordu. Aklıma yine bir şey gelmedi ve taksiye atlayıp eve gittim. Kapıyı çaldım, annem "Hiç eve gelmeden açık lise kaydını yaptırıyorsun." dedi. Otobüse binip halk eğitim merkezinden kaydımı yaptırdım. Taksiye binip eve geri geldim. Annem 'Hayırlı olsun oğlum." dedi. Bu arada yola verdiğim para yüzünden cebimde 20 lira kalmıştı. Akşam oldu. Babama açık liseye kayıt olduğumu ve en kısa zamanda iş bulup çalışacağımı söyledim. Biraz sohbet edip akşam yemeğini yedikten sonra odama geçtim. Bilgisayarı açtım , saate bakarken bugünün tarihi dikkatimi çekti. 1 hafta sonra doğum günüm vardı. Tabii doğum günümün kâbusa dönüşeceğini bilmiyordum...

Bugün artık şu çöp 3'lünün sonuncusunu temizlicektim. Sabah kalktım. Annem ve babamla kahvaltı yapıp, duş aldıktan sonra babam iş bak dedi diye dışarı çıktım. Etrafı gezdim, birkaç yere baktım. Genellikle iş verenler amele arıyorlardı, bunu öğrendim. İş şartlarını söylediklerinde, "Ben bu işi yapamam kusura bakmayın." ya da "Ben bir düşüneyim deyip." bahane uyduruyordum. bir de zaten 12 saat çalışmaya haftada 500 lira veren yeri görünce iş aramaktan iyice soğumuştum. Neyse, eve döndüm. Odama geçip bilgisayarı açtım. Annem yanıma gelip "İş baktın mı oğlum?" deyince, üzülmesin diye "Evet anne başvurumu yaptım, değerlendirme yapıp bana döneceklermiş." dedim. Annem, "Hayırlısı olsun." deyip odadan çıktıktan sonra Facebook'a girdim. Bizim okulun grubuna girip şerefsiz Burak'ın grupta olup olmadığına baktım. Grupta olmadığını görünce Halil'i aradım. Biraz sohbet ettik. Elif enteresan şekilde okuldan ayrılmış, bunu öğrendim. Cemil okula gözü mosmor şekilde gelmiş. Furkan ise bugün okula gelmemişti. Halil'e, Burak ile ilgili neler biliyorsun diye sordum. Fazla bilgi sahibi olmadığını, tek elde tutulur olanın sevgilisinin bulunmasının olduğunu söyledi. Sonra ise "Yarın sen çıkışta bir gel şunu bir dövelim." dedi. Aslında aklımda mükemmel intikam planı vardı ama bu planı şerefsiz Murat için ayırmaya karar verdim. "Tamam öyle yapalım." diyerek kapattım telefonu. Sonra uykuya daldım ve çok kötü bir rüya görmeye başladım. Rüyamda Halil ile Murat'ı kovalıyoruz. Bir ara Murat gözden kayboluyor. Halil'e diğer sokaktan gitmesini, benim bu sokaktan gideceğimi söylüyorum. Halil diğer sokağa gittikten birkaç saniye sonra Fatih diye bağırma sesi duyuyorum. Sesin olduğu yere doğru gidiyorum ve Murat'ın Halil'i yakaladığını görüyorum. Murat'ın elinde de silah var. Halil'in başına dayayıp benimle uğraşmayacaktın deyip tetiği çekiyor, ve ardından uyandım. Kalktığımda kendime gelmek için elimi yüzümü yıkadım. Üstümü giyip okul çıkış saatini beklemeye başladım. Bilgisayara takıldığım için çok hızlı şekilde zaman geçti. Evden çıkıp okulun önüne geldim. Zil çaldı. Hani bunlar 4 kişi beni dövmek için beklemişlerdi ya, işte tam o noktada bekliyordum. Halil geldi yanıma, koydu çantasını bir kenara, çocuğu görür görmez ben daha bir şey yapmadan ona gitti kafa attı. Ne olduğunu anlamadan burnu kanayarak yere düştü Burak. Benim vurmama gerek kalmadan tek başına güzelce dövdü onu. İşi bittikten sonra yanıma gelip "Bu da benden." dedi ve yanımdan ayrıldı. Eve gittikten sonra yemeği yeyip yatmak için odama gittim. Gözüme uyku girmedi ve gece bir ara annem yanına geldi. Kötü bir rüya gördüğünü söyledi. Hapishaneye girdiğimi ve hapishaneye gelip beni ziyaret ettiğini söyledi. Bilmiyordum tabii ki o rüyanın gerçek olacağını...

İntikam almamdan 5 gün geçmiş, geçen günlerde her şey normal seyrinde akıp gitmişti. O büyük gün daha doğrusu benim için önemli olan doğum günüm geldi. Doğum günümde sabah kalktım, annem ve babamla kahvaltı yaptıktan sonra odama geçtim. Açtım bilgisayarı, girdim Facebook'a ve zaman öldürmeye başladım. Bu arada bizimkiler doğum günümü hatırlamışlarmıydı bunu bilmiyordum. Facebook'ta duvarıma baktım. Birkaç kişi doğum günümü kutlamıştı, onlara cevap verdim. Akşam babam elinde poşetlerle geldi. Poşetlerin doğum günüm ile alakalı oldugu belliydi. Yemekten sonra oturma odasında televizyon seyrederken bir anda çıt diye ses geldi ve elektrikler gitti. Annem pastanın üstünde yanan mumlarla beraber içeriye geldi. Dileğim sadece mutlu olmaktı. Mumları üfledikten sonra annem ve babam aldıkları hediyeleri bana verdiler. Annem güzel bir gömlek, babam ise cep telefonu almıştı. Telefonum 2.5 ay önce kırılmıştı ve o sıralar faturasız hat kullanıyordum. Canım babam faturalı hat almayı da ihmal etmemişti. İkisine de teşekkür ettim. Hattımı telefona takıp Halil'i aradım. Fakat Halil telefona cevap vermiyordu. Tekrar aradım. O arada kapı çaldı. Telefonu kapatıp kapıyı açmaya gittim. Kapıyı açtım ve iki polis karşıladı beni. "Fatih Bey siz misiniz?" diye sordular. "Evet benim." dedim. Bizimle geliyorsunuz deyip kelepçeleri taktıktan sonra, ne olduğunu anlamadan, annem ve babamın bağırışlarıyla polis arabasına bindirdiler...

Arabanın içindeyken korkudan titriyordum. Ne olmuştu acaba, yoksa şu 3 şerefsizlerden biri mi beni şikayet etti diye içim içimi yiyordu. Hayatımda ilk defa koluma kelepçe takılmıştı. Kelepçeli olmak gerçekten çok kötü bir şey. İki kolun birbirine bağlanıyor ve özgürlügün elinden alınıyor. Kelepçelerin bir de elini sıkmasını kötünün kötüsü olarak adlandırabiliriz herhalde. Size suçlu muamelesi yapılması ve o psikolojiyi anlatmanın yolu yok. Araba durdu ve karakola geldik. Arabayı kullanan polis beni arabadan indirdi. Kolumdan tutup karakoldan içeriye girdik. Beni niye buraya getirmişlerdi bu konu hakkında tek kelime edilmedi. Kelepçelerimi çıkartıp nezaharethaneye attılar. Kelepçeler kolumda kısa süre takılı olmasına rağmen kolumu ağrıtmayı başarmış ve kolumda iz bırakmıştı. Sorabildigim tek soru 'Saat kaç?' oldu ve sorumun cevabını alamadan polis yanımdan ayrıldı. Nezaharethane gerçekten soğuktu. Yani dışarıya göre sıcak olmasını beklerken bana soğuk gelmişti. Ya da yaptıklarımın ve yaşadıklarımın psikolojisi içimi soğuttu. Gece vakti olduğu için etraf ıssızdı. Daha doğrusu nezaharethane ıssızdı ve tek ışık kaynağı bekçinin bulunduğu yerden gelen ışıktı. Burası tuvaletten bile yoksun alandı. Kimse aç olup olmadığımı bile sormamıştı. Her gün evde sıcacık yatağında uyuyunca sert tahtanın üstünde uyumaya çalışmak insana zor geliyordu. bir de benim bir huyum var yorgansız uyuyamam. Burada kimseden yorgan da isteyemem.

4 SAAT SONRA

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama bana bir yıl gibi geldi bu zaman. Tahtanın üzerinde yatamayacağımı anlayınca buz gibi betona yattım. Bedenim soğuğun ve korkunun etkisiyle istemsizce titriyordu. O yana bu yana dönüyordum fakat uyuyamıyordum. Eksik bir şey vardı, yorgan. Ayağa kalktım ve üstümdekini çıkarttım. Bir yorganmış gibi yere yatıp üstümdekine sarıldım. "Kalk lan hadi!" diye bağırma sesiyle jobun demire sert şekilde vurulmasıyla irkilerek kalktım. Gece uyuyamamamın etkisi gözlerime ve zihnime vurmuş olmalı ki sarhoş gibi etrafa bakıyordum. Asıl bomba olay gelen polise baba dememdi. "Kalk lan başlarım babana." karşılığı aldım. Kendimi zorlayarak ayağa kalktım. Gece çıkarttığım üstümü giydim. Boynum inanılmaz derecede ağrıyordu. Polis kelepçeleri taktıktan sonra beni sorgu odasına götürdü. Odada bir sandalye ve masa vardı. Odayı tam gören başka bir oda ve bu iki odanın ortasında cam bulunuordu. Polis kelepçelerimi çıkartıp beni sandalyeye otutturdu. Anlat, dedi. Gerçekten neyden bahsettiğini bilmiyordum. Olabilecek tek şey intikam aldığım kişilere yaptıklarımdı. "Pardon ama neyden bahsettiğinizi anlamıyorum." deyince, dalga geçtigimi sanıp, sandalyede otururken beni itti ve sandalyeyle beraber yere düştüm. "Neyi anlatcan lan!? O çocukları nasıl dövdün, milletin emeğini nasıl çaldın bunu anlat." dedi. Sandalyeyi kaldırdı ve beni tekrar otutturdu. Bana birkaç tane foroğraf gösterdi. Önce Cemil'in ardından Burak'ın fotoğraflarını göstermişti. İkisinin de yüzleri mosmorken fotoğrafları çekilmişti. Ardından Furkan'ın benim için yapmış olduğu bilişim suçlamasına dair hazırlanan belgeyi gösterdi. Suçlama doğruydu ve nasıl benim yaptığımı öğrendikleri bile yazıyordu. Çaldığım hesapları, Facebook şifresini hatta mail adresk şifresini bile aynı yapmıştım, "3kisiicin." "Tamam kabul ediyorum." dedim. Birkaç kağıt imzalattıktan sonra beni nezaharethaneye geri götürdü.

1 SAAT SONRA

Aradan biraz zaman geçti. Bekçi polis elinde poşet ile yanıma geldi. İçinden çıkardığı ekmeğı ve yarım dilim peyniri parmaklıkların arasından bana uzattı. Birkaç dakika sonra da bir bardak su getirdi. "Sağolun." dedim. Yanımdan ayrıldı. İnsan o an da aç olmak ne demek, gerçekten anlıyor. Polisin verdiği kuru ekmeği , hiçbir zaman severek yemediğim peynirle beraber hayvansı şekilde yedim. Susuzluktan kuruyan boğazımı polisin çay bardağında verdiği azıcık suyla nemlendirdim ve bir nebze de olsa susuzluğumu giderdim.

2 SAAT SONRA

Aradan biraz daha zaman geçti. Polis yanıma gelip elindeki anahtarla bulunduğum nezaharethanenin kapısını açtı. Ellerimi kelepçeledikten sonra "Hadi gidiyoruz." dedi. Kolumdan tuttu ve karakoldan çıktık ve beni arabaya bindirdi.

1 SAAT SONRA

Adalet sarayına geldik ve polis beni arabadan indirdikten sonra kolumdan tutarak mahkemeye getirdi. 10 dakika sonra "Sanık Fatih" diye bağırdı kapıdaki görevli. Kapıdan içeriye girdim ve annem ile babamın bana gözleri dolmuş şekilde bakışına şahit oldum. Utancımdan gözlerimi onlardan kaçırdım. Kolumdan tutan polis kelepçelerimi çıkardıktan sonra sanıklar için yapılmış olan alana beni bıraktı. Hakim konuşmasına "Sanık Fatih, sana yapılan suçlamaları kabul etmişsin. Son bir kez daha soruyorum, sana yapılan suçlamaları kabul ediyor musun?" dedi. Kabul etmeliydim. Kanıt çok fazlaydı ve yalan söylersem adaleti yanıltmaktan cezam katlanırdı. "Evet kabul ediyorum." dedim. "Karar!" dedi ve "Yaz kızım." diye ekledi. "Sanık Fatih, kendisine yapılan suçlamaları yazılı ve sözlü olarak kesin bir dille kabul etti. Yapılan suçlamalar altında, kasten adam yaralamadan 2 yıl, dolandırıcılıktan 1 yıl olarak, toplam da 3 yıl olmak üzere hapis yatmasına, sanık Fatih'in net bir dille suçunu kabul etmesinden dolayı cezasının 3 yıldan 2 yıla indirilmesine, bu cezanın 100. 000 lira para cezasına çevrilmesine ve kefareti ödenene kadar sanık Fatih'in 2 yıla kadar içeride tutulmasına karar verilmiştir." dedi. 2000 3000 değildi, bu tam 100. 000 liraydı. Ailem benim için eminim bu parayı bulmaya çalışacaktı ama ailemi borca sokacak ve zor durumda kalmalarına sebep olacaktım. Polis kelepçeleri bağlayıp beni mahkemeden dışarı çıkardı. Babam yanıma gelip bana sarıldı. Kulağıma yanaşıp "Oğlum o parayı bulucam." diye fısıldadı. Annem de ağlayarak bana sarıldı. Polis "Hadi" deyip kolumdan tutup dışarı çıkarttı ve biraz sonrasında arabaya bindirdi.

1 SAAT SONRA

Hapishaneye geldik. Polis beni arabadan indirip içeriye soktu. Beni kalacağım hücreye götürdü. Hücrenin içindeyken kelepçelerimi çıkarttı ve kapıyı kapattıktan sonra hücredekiler Allah kurtarsın söylemlerinde bulundu. İçlerinden biri, "Oo yeni eleman gelmiş." dedi. Benim için ayrılmış olan ranzaya geçtim. Bu ranza nezaharethanedeki tahtadan sonra evdeki yatağı aratmamıştı. Kimseyle konuşmadım daha doğrusu konuşmak istemiyordum. Alışmak istemiyordum bu özgürlügün olmadığı yere. Düşünmek için en uygun yer burasıydı. Çünkü burada zaman geçirmek için yapabileceğim sadece düşünmekti. Neler yaşamıştım bunları düşünüyordum. Bir kız hayatımı mahvetmişti. Keşke hiç aşık olmasaydım o kıza. Keşke hep o utancından kızların yüzüne bakamayan kişi olarak kalsaydım. Keşke o 4 şerefsizin beni savunmasız olarak yakalayıp beni öldüresiye dövmelerine sessiz kalsaydım. Keşke bunların hiçbirini yapmasaydım da ailemi zora sokmasaydım. Millet hakkımda ne konuşuyordur şimdi kim bilir. Aileme bile laf atan vardır bu konuda. Ne biçim evlatım lan ben böyle. Ailemi 100. 000 liralık borca soktum. Milletin ağzında okuldan atılmış ve zamanında hapis yatmış serseri olarak kalıcam. Ben bunları düşünürken yanıma biri geldi. Bu bana karşı 'Oo yeni eleman gelmiş.' esprisini yapan kişiydi. Yaşça benden daha büyüktü ve daha kalıplıydı. "Bak eleman şuradaki paspası görüyormusun? Şimdi o paspası alıp hücreyi güzel paspaslıyorsun. Ocağın oradaki bezi alıp bir güzel masayı falan da siliyosun." dedi. Bir şey diyemezdim. Buranın kabadayısı buydu galiba. Ranzadan kalkıp bana gösterdiği paspası aldıktan sonra hücreyi güzelce paspasladım. Ardından bezi alıp masayı da sildim. Ranzaya yattıktan 5 dakika sonra tekrar aynı kişi geldi. "Niye yatıyon lan kalk tuvaletleri temizle. Ben senin her zaman böyle yanına gelip senin keyfine göre git şurayı temizle demicem. Bir işi ben söylemeden yapıcaksın ve günde en az 2 kere yanıma gelip bir isteğimin olup olmadığını soracaksın." dedi. Bu cümlesini bitirdikten sonra birisi 'Belalı bulaşma çocuğa.' dedi. Ranzamda oturan kişi "Bulaşırsam ne olur lan?" diyerek karşılık verdi. Beni korumaya çalışan kişi "Uzatma belalı." dedi. Adamlar benim için kavga etmek üzereydi. Belalı "Uzatıyorum lan sen bir tuvalete gelsene." dedi. Belalı ranzamdan kalktı ve beni korumaya çalışan kişiyle beraber tuvalete gittiler.Tuvaletten bağırma sesleri gelmeye başladı. Hemen gardiyanlar hücreye girip onları ayırdılar. Bir daha sorun istemiyorum diyerek ikisini de uyardılar. Ortam sakinleşince beni korumaya çalışan kişinin yanına gittim. "Sağol abi." dedim. "Önemli değil koçum, bak ismim Servet benim. Çakıl derler bana burada. O sana bulaşanın da sana emir vermesine izin verme. Zorla bir şey yaptırmak isterse gel bana söyle. Osman onun adı. Malın teki. Hayatını bitirmiş adam. Onun özgürlüğü ona göre hapishane. Her gelen kişiye sana davrandığı gibi davranıyor. O yüzden belasını aradığı için belalı diyoruz biz ona burada. Ee anlat bakayım, niye buradasın yiğenim?" dedi. "Birkaç kişi dövdüm ve dolandırıcılık yaptım." dedim ve ben sordum bu sefer de. ",Sen niye buradasın peki abi?" dedim. "Cinayet." dedi. "Yok abi inanmam. Cinayetten çok ihanet gibi duruyor." dedim. "İkisi de diyelim. Karıma en yakın dostum tecavüz edince gözümü kırpmadan kurşun yağdırdım o şerefsize." dedi. "Pişman mısın?" dedim. "Bugün aynı şey tekrar olsa, yine gözümü kırpmadan kurşun yağdırırdım. Neyse kaç yıl ceza aldın." dedi. "2 Yıl abi ama 100. 000 lira ödenirse çıkıcam." dedim. Gülmeye başladı. Niye gülüyorsun abi diye sorunca, "Müebbet hapis yiyen ve 10 yılını hapishanede geçirmiş bir adamım, 2 yıl ceza aldığını duyunca komik geldi." dedi. "Abi ben yorgunum, yatmaya gidiyorum, sonra görüşürüz." dedikten sonra yanından ayrıldım. Belalının bana ileriden kafasını sallayarak sinirli yüz ifadesine bürünmüş durumda baktığını gördüm. Ranzaya yattım, yorgunluğun ve akşam olmanın etkisiyle direkt uyudum. Sabah hücre kapısının büyük gürültüyle açılmasına uyandım. Sayım varmış ve bu her sabah oluyormuş. Sayım bittikten sonra belalı yanıma geldi. "Hadi kalk lan temizle etrafı, sonra da çay demle de içek." dedi. Gözüm Servet abiyi arıyordu. Belalıya karşılık verirsem beni öldüresiye döverdi. "Yapmıyorum." dedim. "Hayırdır çocuk Çakıl'a mı güveniyorsun?" dedi ve ardından suratıma şöyle okkalı bir tokat attı. Bu tokat beni savunmasız olarak yakalayıp döven çocukların verdiği acının yanında vurmadı denilebilecek kadar güçsüz sayılırdı. Servet abi bağırdı oradan, "Hayırdır, ne oluyor yiğenim?" dedi. Belalı gözlerini bana dikerek gözümü korkutmaya çalıştı. Korkmasamda Servet abinin başı belaya girmesin diye "Yok bir şey Servet abi." dedim. Paspası alıp hücreyi sildikten sonra tuvaletleri de sildim. Ardından bezi alıp masayı da sildikten sonra kahvaltı yaptım. Ranzaya yorgun şekilde uzandım. Öğlene doğru bahçe molasına çıktım. Bu molanın, hücredeki umutsuzluk havasının insanın içinden temizlenmesi için olduğunu ögrendim. Moladan sonra ranzama uzandım ve düşünmeye başladım. Ailem şimdi ne yapıyordur, o parayı nasıl bulacaklar diye düşünüyordum. Ben bunları düşünürken belalı yanıma geldi. "Çayım nerede lan benim?" dedi. "Bak sesimi çıkarmıyorum ama bana emir veremezsin." dedim. Yakamdan tutup beni ranzadan aşağıya fırlattı. Ben yerdeyken eliyle saçımı tutup diğer eliyle suratıma 2 tane tokat attı. Tam bir tane daha tokat atacaktı ki eli havada kaldı. Servet abi, belalının elini tutmuştu ve boşta kalan eliyle belalının suratına yumruğu geçirdi. Üstüme düşen belalı ayağa kalktı ve Servet abi ile kavga etmeye başladı. Yerden kalktım ve ranzaya yattım. Ranzadan sanki canlı bir mma maçı izliyormuş gibi olanları izliyordum. İlk hamle belalıdan geldi ve Servet abinin suratına vurdu. Geriye doğru savrulan Servet abinin karnına doğru da bir ayak darbesi daha geçirdi. Servet abi sanki nefessiz kaldı gibi oldu. Yarın saniyenin ardından kendine geldi ve o sinirle belalının üstünde doğru atladı. Belalının kafasını omzunun altına aldı ve onu yere kapakladı. Yerde üstüne çıkıp suratına suratına vurmaya başladı. Servet abinin sinirden gözü dönmüştü ve onu o duygudan ayırabilecek tek güç olan gardiyanlar içeri girdi. Job ile hayvan gibi hem belalıya hem de Servet abiye vurmaya başladılar. Ciddi söylüyorum, ayırmaksızın ikisine de acıdım. Gardiyanlar gittikten sonra ikisi de acıdan yerde kıvranıyordu. Hücredekiler belalıyı, ben de Servet abiyi ranzasına otutturdum. Belalı bir anda bağırmaya başladı, "İkisini de öldürücem." diyerek. Tırsmaya başlamıştım. Sinirden öyle söylüyordur diye kendimi kandırmaya çalıştım. Belki de bu gece ikimizi de öldürecekti. Servet abiye bakarak "Abi çok sağolasın, hakkını nasıl ödeyecem ben senin?" dedim. "Önemli degil yeğenim, hak etmişti zaten." dedi. "Abi istedigin bir şey varmı?" dedim. "Yok sağol." dedi. Gittim ranzama yattım. Sabah olunca hücre kapısının sertçe açılmasına uyandım. Sayım var zannederken yeni birinin geldiğini gördüm. Yeni gelen kişi hücredeki son kalan boş ranzaya yerleşti. Yeni gelen aşırı derece de çekingen gibiydi. Sanki benim eski halimdi o, kendimi görmüştüm onda. Hemen yanına gittim ve "Allah kurtarsın abi." dedim. Tanıştık, adı Kenan'mış. Ne suç işledigini sorduğumda "Suçsuzum, ortada yanlış anlaşılma var." dedi. Söylediğine göre cinayeti bunun üstüne atmışlar ve suçsuz olduğuna dair kanıt şimdilik yokmuş. Kanıt bulunana kadar onu burada tutacaklarmış. Yanından ayrılıp kahvaltı yaptıktan sonra, belalının Kenan Abi'nin yanına gittigini gördüm. Tartışmaya başladılar. Niye tartışdıklarını bilmesemde, sanırım alçak belalı Kenan abiye emir vermeye çalışmış, bunun üzerine Kenan abi belalıyı terslemişti. Belalı dediğini yaptıramadı ve Kenan abinin yanından ayrıldı. 2-3 dakika sonra belalı tekrar Kenan abi'nin yanına gitti. Belalı bağırmaya başladı. "Sen nasıl benim dediğimi yapmazsın lan amele, ben ne dersem onu yapacaksın." dedi. Nereden bulduğunu bilmediğim bıçağı cebinden çıkartarak anında Kenan Abi'nin boğazına dayadı. Servet abi ranzasında uyuduğundan dolayı iş başa düştü deyip hemen ranzamdan indim ve belalıya doğru koşmaya başladım. Belalıya göre fazla güçlü olmasam bile omzundan tutup geriye doğru savurmayı başardım. Elindeki bıçağı karnıma sapladı. Karnımın içinde yavaş yavaş çevirmeye başladı. Hücre içinde yakın yapan bağırmalar yükseldi "Yetişin." diye. Ardından belalı karnıma sapladığı bıçağı çıkartıp sapladığı yere yakın başka yerime daha sapladı. Ve sonrasında oradann çıkartıp yere attı. "Boğazımdan tutup belalıyla uğraşanların sonu ölümdür. Senden sonra şimdi sıra Çakıl'da." dedi. Yavaş yavaş yere düştüm. Duyduğum acı nefes almamı engelliyordu. Sanki saplanan yerin içinde ateşler yanıyordu. Yaptıklarım gözlerimin önünden geçti. Bu sırada sedye geldi ve gardiyanlar beni taşımaya başladılar. Etrafı bulanık görüyordum ve sesleri duyamıyordum. Elimi karnıma doğru götürdüm. Bıçak saplanan yere hafif dokundurdum. İnanılmaz derecede acıdı. Acının etkisiyle bayıldım.

16 SAAT SONRA

Gözlerimi yavaş yavaş açtım. Bir kenarımda annem, diğer kenarımda ise babam vardı. Karnım inanılmaz derecede acıyordu. Bıçak saplanan yerler dikilmiş ardından bandajlanmıştı. Sağ elim kaçmayayım diye yatağa kelepçelenmiş vaziyetteydi. Annem benim uyandığımı görünce sevinçten bağırdı. Babam da aynı şekilde sevindi ve "Oğlum, şükürler olsun. Oğlum, iyi misin?" dedi. Annem doktoru çağırdı. Doktor yanıma gelip nasıl olduğumu sordu. "İyiyim sağolun, biraz karnım sızlıyor." dedim. "Çok normal, bıçak çok derine inmiş, korkmana hiç gerek yok 1 hafta içinde normale dönersin." dedi ve yanımızdan ayrıldı. Babama dönüp "Parayı buldunuz mu? O hapishaneden ne zaman çıkacam?" sorularını yönelttim. "Oğlum biliyorsun oturduğumuz evi ve araba almak için kredi çektik. 100. 000 lirayı kısa sürede bulmak o kadar kolay değil. Biz kredi çekince bankalar daha kredi de vermiyor. Arkadaşlarımdan borç istedim onlar da sağolsunlar yardımcı olmak istediler ama verebildikleri 500-1000 lira arası. Şu ana kadar anca 15. 000 biriktirebildim. Bende son çare evi satışa çıkardım." dedi. "Baba.." dedim "yapma, o evi ne hayallerle aldın. Ben cezamı çekeyim ama sen yine de o evi satma." dedim. O ev senden önemli mi oğlum? 2 yıl, tam 700 küsür gün, dile kolay, geçer mi o kadar gün?" 1 gün bile senin için 1 yıl gibidir orada. Neyse konuyu uzatmayalım oğlum zaten yarı fiyatına satışa çıkarttım evi. Bugün yarın satılır ve sen de o hapishaneden çıkarsın." dedi. Cümlesini bitirmesinden sonra Polis girdi içeri. Aileme dışarı çıkmalarını söyledi. Ardından yanıma ilişip "Nasıl oldu olay?" diye sordu. "Bizim hapishanede belalı lakaplı biri var. Aynı hücrede kalıyoruz ve oradakilere, millete bulaşıyor. İnsanlara emir veriyor. Ben ilk geldiğimde bana da emir vermişti ama sağolsun adı Servet olan bir abi var orada, o beni korudu." dedim. Bunun üzerine "ALLAH rahmet eylesin, o dün gece öldü." dedi. Polisin bu cümlesini duyduktan sonra "Ne?" dedim önce. "Üzgünüm." dedi. Gözlerim doldu ve ağlamaya başladım. "Belalı mı? Ne oldu, yoksa onu belalı mı öldürdü?" dedim gözlerimden yaşlar akarkene. "Dün gece karısının ölüm haberini almış ve ardından damarını kesmiş. Tüm müdahalelere rağmen kurtarılamamış. İntiharından önce bir kağıda "Karım bekle yanına geliyorum." yazıp not bırakmış." diyerek anlattı yaşananları. Moralim bozulmuştu. Polis ifademi almayı bitirdikten sonra birkaç kağıdı imzalattırdı. Servet abi toprağa verilirken yanında olabilir miyim sorusuna da hayır cevabını alınca moral diye bir şey kalmadı.

1 GÜN SONRA

Doktor geldi yanıma ve bir yerimin ağrıyıp ağrımadığını sordu. "İyiyim, ağrım yok." dedim ve sonrasında arkasından, elinde kıyafetlerimin içinde bulunduğu poşetle Polis geliverdi. Beni yatağa bağlayan sağ koluma takılı kelepçeyi çıkartıp elindekini bana verdi ve "Hadi üstünü değiştir. 5 dakikan var, kapıda bekliyorum." dedi. Polis odadan dışarı çıktıktan sonra hızla üstümü değiştirdim. Kapıyı açtım ve hazır olduğumu söyledim. Doktor, kendime iyi bakmamı, belaya bulaşmamam gerektiğini ve hapishaneye gittiğimde dinlenmemin yararıma olacağını belirtti. Annem ve babam hastaneden hiç ayrılmamışlardı. Odadan çıktığımı görünce yanıma geldiler ve onlar da kendime dikkat etmemi söylediler. 2-3 gün içinde kefaretimi ödeyip hapishaneden çıkartacaklarmış beni. Son defa onlara sarılıp yanlarından ayrıldım. Polis kollarımı kelepçeledikten sonra beni hastaneden dışarı çıkarttı ve arabasına bindirdi. Arabadayken belalıya ne olduğunu merak ettim ve "Belalı ne olacak?" diye sordum. "Osman Akkuş'tan bahsediyorsun sanırım. Onu başka hapishaneye nakil ettirip özel hücreye attırdık. Kenan diye biri varmış sizin hücrede. Bizzat ben ifadesini aldım, olaya şahit olmuş. Osman Akkuş'un kendisine bulaştığını ve senin kahramanlık yapıp onu kurtarmaya çalışırken bıçaklandığını söyledi." dedi.

3 SAAT SONRA

Araba durdu ve hapishaneye geldik. Polis beni arabadan indirdi ve içeriye girdik. Beni hapishanedeki gardiyana teslim etti ve "Kendine dikkat et." dedi. Gardiyan hücrenin önünde kelepçelerimi çıkarttı. İçeriye girince bana mahkumlar geçmiş olsun dileklerini iletti. Hepsine teker teker teşekkür ettikten sonra ranzama yattım. Kenan abi yanıma gelip "İyi misin kardeşim? İstediğin varsa söyle elimden geldiği kadar yapmaya çalışırım." dedi. "Çok sağol abi sadece bi su getirirsen iyi olur." dedim. Suyu getirdi ve isteğim olursa çekinmeden kendisine seslenebileceğimi söyledi. Suyumu içtikten sonra teşekkür ettim ve sonra yanımdan ayrıldı. Çaprazımda bulunan Servet abinin ranzasına doğru baktım. İçim cız etti o anda. Beni korumaya çalışan, sırf benim için hayvan gibi dayak yiyen, sohbet arkadaşım hatta can dostum diyebileceğim kişi yoktu şu anda. Gözlerim doldu, içim içimi yiyordu çünkü ölmesini kabullenemiyordum. O anda dost deyince aklıma Halil geldi. Ne yapıyordu acaba? Benim hapishaneye düştüğümü öğrenince kesin şok olmuştur diye düşündüm. Ardından yattım. Sabah uyandığımda karnımdaki acının düne göre yok denecek kadar azaldığını hissettim. Bahçe molasından sonra gardiyan gelip Kenan abiyi hücreden dışarı çıkardı.

1 SAAT SONRA

Hücrenin kapısı açıldı, gelen Kenan abiydi. Girer girmez "Çıkıyorum dostlarım!" diyerek bağırdı. Doğruyu söylemişti Kenan abi. Suçsuz olduğunu bile bile azda olsa yatmıştı hapis. Özgürlügün kısıtlı olduğu bu yeri görmüştü. İyi olmuştu belki de. Çünkü hayatının geri kalanında eğer kötülük yapmaya karışacak olursa her zaman burası gözünün önüne gelecekti. 5 dakika içerisinde eşyalarını topladı Kenan abi. Hepimizle tek tek vedalaştı ve kendimize dikkat etmemizi söyleyip ardından gardiyana "Hazırım." diye bağırdı. Gardiyan Kenan abiyi aldı ve hücreden dışarıya çıktılar. Eksilmiştik, biri daha gitmişti. Kenan abinin gitmesiyle dost diyebileceğim kimse kalmamıştı hapishanede. Yanlış anlamayın diğerleri de iyiydi ama cana yakınlık olarak sınıflandırırsak diğerleri çizginin altında kalıyordu. Akşam yemek yedikten sonra ranzama yattım ve uyudum. Sabah hücre kapısının açılmasıyla uyandım. Gardiyan, Fatih diye bağırdı. Hemen kalktım ve gardiyanın yanına gittim. "Hadi iyisin, kefaretin ödendi, çıkıyorsun." dedi. Gerçekten o duyguyu anlatmak imkansızdı. Bitmişti işte bu çile. 1 Haftanın 1 asır gibi geldiği, kavganın daha doğru ifade edersem kötülüğün eksik olmadığı bu yerden kurtuluyordum. Tutmuştu babam sözünü. Yıllardır hayalini kurup satın aldığı evini benim için gözünü kırpmadan, kefaretimi ödemek için satmıştı. Hücredekilerle vedalaştıktan sonra gardiyana hazır olduğumu belirttim. Gardiyan kolumdan tutup kefaretimi ödeyen kişinin müdürün odasında olduğunu ve beni oraya götürdügünü söyledi. Annem ve babamı özgür bir şekilde görmek beni çok mutlu edecekti. Hapishane müdürünün odasının önüne geldik. Gardiyan kapıyı çaldıktan sonra beni içeriye soktu. Odada hapishane müdürü ve tanımadığım bir adam vardı. Hapishane müdürü bana bakarak "Gel oğlum." gardiyana da "Sen dışarı çıkabilirsin." dedi. Gardiyan "Tamam efendim." deyip dışarı çıktı. Hapishane müdürü, elini odadaki tanımadığım kişiye doğru yönelterek "Fatih, kefaretini bu beyefendi ödedi." dedi. Tanımadığım kişi hapishane müdürüne "Biz daha tanışmadık." dedi. Sonra ayağa kalkarak bana elini uzattı ve "Merhaba oğlum ben Elif'in babasıyım." dedi...

Fragman :

Neler yaşadım ben, neler çektim. Okuldan atıldım, hapishaneye girdim, dayak yedim hatta bıçaklandım. Mutlu olmayı hakettim değil mi ben? Ama neden lan neden? Neden birazdan şu tavanda asılı ipe kafamı geçirip intihar edicem? Neden bu hikaye mutlu sonla bitmicek?

Şaşkınlığın verdiği etki ile 4-5 saniye konuşamadım. Dalgınlığımı müdürün "Fatih bir şey demeyecek misin?" demesi bozdu. Elif'in babasıyım diyen kişiye be nde elimi uzattım. "İsmim Cevdet, memnun oldum." dedi. "Ben de memnun oldum abi.", dedim. Müdür, önünde bulunan kağıdı işaret ederek "Şurayı imzaladıktan sonra çıkabilirsin." dedi. Müdürün verdiği kağıdı imzaladıktan sonra, Cevdet abi ile odadan çıktık. Kapıda bekleyen gardiyan bizi hapishanenin dış kapısına kadar bıraktı. Cevdet abi bana bakarak "Arabam az ileride." dedi. Neler oluyordu? Tam olarak ne oluyordu şu an? Anlamıyordum, anlamlandıramıyordum. Elif, hani şu beni bu hallere düşüren Elif. Hani kolumun kırılmasına yol açan, beni okuldan attıran, hayvan gibi dövdürden, hatta hapishaneye bile onun yüzünden girdim diyebileceğim Elif. Şimdi bu kızın babası niye bana yardım etsin, ne alaka yani? Beni nereden tanıyor, hapishanede olduğumu nereden ögrenmiş, benim için tam 100. 000 lira kefareti neden ödemiş anlamıyordum. Başıma gelenler psikolojimi bozmuştu. Aklıma kötü kötü şeyler gelmeye başlamıştı. Yoksa bu Elif'in bir planı mıydı? Ya ben bu arabaya bindikten sonra bu adam beni bir yere götürüp işkence yaparsa diye düşünüyordum. Birazcık korksamda "2 dakika sonra geliyorum abi." dedim. "Tamam bekliyorum oğlum." dedi. Nereden geliyordu bu iyi niyet, samimi yaklaşım bunu da anlamıyordum. Hapishaneye baktım uzun uzun. Tekrar asla buraya girmek istemiyordum. Özgürlügün ne kadar önemli olduğunu insan hapishaneden çıktıktan sonra çok daha iyi anlıyordu. Özel hücrede kalanları düşününce benim kaldığım yere herhalde otel denilebilirdi. Özel hücrede etrafın karanlık olması ve yatacak yerinin dahi olmayışı, suçsuz yere oralara düşenler için beni üzüyordu. Bunları düşündükten sonra az ileride olan arabaya bindim. Cevdet abi arabayı çalıştırdıktan sonra ona nereye gittiğimizi sordum. "Evine gidiyoruz." dedi. Evimi nereden biliyordu ki bu adam. Herhalde hapishane müdüründen öğrenmiştir diye düşünmüştüm. Ayrıca annem ve babam benim çıktığımı bilmiyordu. Onlar nasıl sevineceklerdi şimdi kim bilir. Aileme yaşattığım acı gerçekten çok büyüktü. Acaba babam evi satmış mıydı, bunu da merak ediyordum. "Cevdet abi sorum var onu sorucam." dedim. "Dinliyorum." dedi. "Abi beni hapishaneden çıkarttın, evet sağol ama bunu neden yaptın?" dedim. "Eve gidince öğrenirsin." dedi.

4 SAAT SONRA

Nihayet evin olduğu sokağa geldik. Öğlen vakti olduğundan etraf kalabalıktı. Cevdet abiye, beni kimsenin görmemesi için, "Tam evin dış kapısının önünde duralım." dedim. Cevdet abi söylediğim konuma olan en yakın yere arabayı park etti. Arabadan indim ve genellikle açık duran dış kapıdan apartmana girdim. Cevdet abi de benimle arkamdan yürüdü. Asansöre beraber bindik ve Cevdet abi 3. Kata bastıktan sonra yukarı çıkmaya başladık. Asansörde kalbim istemsizce daha hızlı atmaya başladı. Annemi ve babamı özgür olarak görecek olmak beni heyecanlandırmıştı. Asansör durdu ve kapısını açtım. Sağ tarafta bulunan evimize doğru yürüdüm. Kapıyı tıklattım. 1 saniye bekledim ve kapı açıldı. Kapıyı açan Elif'ti...

Ne oluyordu anlamıyordum. Şu anda beni bu duruma düşüren kişi karşımdaydı. O an Elif'in saçından tutup odaya atıp dövüp bir güzel tecavüz ettikten sonra ne güzel sinirimi attım demek vardı fakat yine her zamanki gibi kendimi tutmuştum. Ben böyle biri değildim ve olmayacaktım. "Hoş geldin Fatih." dedi. "Hoşbulduk." dedikten sonra Elif'in babası Cevdet abi ile içeriye girdik. Elif kapıyı kapattıktan sonra annemin ve babamın yaşlı gözlerle bana baktığını fark ettim. İlk annem geldi yanıma. Kolların kocaman açıp sarıldı doya doya. Bende ona sarıldım ve öptüm yanaklarından. Babam geldi ardından. Sarıldı, ama öyle bir sarılmıştı ki bırakmazdı daha. Çünkü oğlunu azda olsa görememenin acısını yaşamıştı. Geceleri uyuyamamıştır şimdi annem de babam da. Empati kurup benim neler çektigimi düşüne düşüne uykusuz kalmışlardır. Bıçaklandığımda hastanedeyken o halimi görünce belki de beni kaybetme korkusu içine girmişlerdi. Bunları düşündükten sonra, annem, babam, Cevdet abi ve ben oturma odasına geçtik. Aradan 5 dakika geçtikten sonra Elif, üstünde 4 çay bulunan tepsiyle içeri geldi. Sehpaları kendisi dizdikten sonra çayları tek tek servis etti. Ardından boş olan koltuğa oturdu. Cevdet abi lafa "Geçmiş olsun." diyerek girdi. Elif de aynı şekilde "Geçmiş olsun." dedi. İkisine de "Sağolun." dedim. Babam bana bakarak "Oğlum Elif bize her şeyi anlattı. Yaptıklarından çok pişman, senin affetmeni istiyor." dedi. Elif gerçekten çok değişmişti. Şu anda oturması, kalkması, konuşması hatta utanma duygusunu barındırması, bana, bu okuldaki Elif mi sorusunu kendime sordurtmuştu. Annem de "Evet oğlum Elif çok pişman. Senin için babasıyla konuşmuş ve seni kurtarması şartıyla barışmış. Onun sayesinde hem kurtulmuş oldun hem de babanın ne hayallerle aldığı evin satılması engellendi. Baban evi satmak için birisiyle anlaşmıştı ve bugün evraklar fhalledilip para babanın hesabına geçecekti. Elif dün gelip bize her şeyi anlatmasa şu anda evsiz kalacaktık." dedi. Şaşırmıştım. Ne yapmam gerekiyordu şimdi bilmiyordum. "Affettim." deyip şu ana kadar yaşadığım her şeyi, "Olmuş bir kere." diye düşünerek içime mi atacaktım? Yoksa "Lan bir defolup gidin evimden, siz benimle dalga mı geçiyorsunuz? Lan Cevdet bana bak, al şu fahişe kızını, babamla konuşup evi satıp paranı ödücez." mi diyecektim?"

Bu sefer yapamazdım. İçime atamazdım o kadar yaşadığım olayları. İyi olamazdım bu sefer. Yaşadığım olaylar bana çok sağlam bir ders vermişti. Eski Fatih yoktu artık. Şu durumda yapabileceğim, iyilik sayılabilecek tek şey Elif'e hakaret etmemem olacaktı. Bağırarak "Defolun gidin." dedim. Elif bu lafı ettiğimi duyunca ağlamaya başladı. Ben tabii durmadım, tekrarladım. "Ne bekliyorsunuz lan, defolun gidin." dedim. Söylediklerime annem ve babam hiç karışmadı. Tamamen kararı bana bırakmışlardı. Cevdet abi bana "Oğlum sinirlisin kolay değil tabii." dedikten sonra Elif'e "Hadi kalk kızım gidiyoruz." dedi. 2-3 dakika da toparlanıp evden gittiler. Onlar gittikten sonra ben odama çekildim. Sıcacık ve yumuşak-sert karışımı yatağıma uzandım. O an da hapishane de ki yatağım geldi aklıma. Orayı hiçbir zaman unutamıyacaktım. O an, hapishaneyi düşündüğümden midir nedir, karnımdaki yara hafifte olsa sızlamaya başladı. Yataktan kalkıp hapishanede ki pis kokunun içine sindiği üstümü başımı çıkarttıktan sonra şerefsiz belalının bıçağı sapladığı yerdeki bandajları çıkarttım. Ardından havluyu alıp duş almak için banyoya gittim. Vücudumdan çıkan kiri görünce doğruyu söylemek gerekirse kendimden iğrendim. Abartmıyorum 1 yıl yıkanmasam o zaman anca bu kadar kir çıkardı. Akan su vücuduma değdikten sonra, sabun ve şampuanın etkisiyle yere simsiyah kir olarak düşüyordu. Aslında benin suçum değildi ama neyse. 1 Saat banyo yaparak rekorumu kırıp odama geçtim. Tertemiz üstümü başımı giydikten sonra bilgisayarın başına oturdum. Facebook'a girip neler olmuş bitmiş ona baktım. Anneme ve babama yaptıkları her şey için teşekkür etmek için bilgisayarın başından kalkıp oturma odasına gittim. Yemek yapmakla uğraşan anneme seslenerek "Oturma odasına gelir misin anne?" dedim. Boş bir koltuğa oturduktan sonra birazcık utanarak "Anne ve baba yaptığınız her şey için teşekkür ederim, her zaman yanımdaydınız. Sizden yaptığım her şey için özür diliyorum. Gerçekten sizi çok seviyorum." dedim ve ikisine sarıldım. Annem ve babam artık bu konuyu unutmam gerektiğini ve beni affettiklerini söylediler. Yanlarından ayrılıp odama geçtim. Halil geldi aklıma. Ne zamandır görüşemiyoruz. Hapishanede ziyaretime neden gelmedi acaba? Eminim beni çok merak etmiştir ama fırsatı olmamıştır gelmek için. Doğum günüm de yani kabusum olan gün de babamın hediye aldığı telefonla Halil'i aradım. Aramaz olaydım...

Anlamıştım artık. Mutlu olmak haramdı bana. İlla mutluluğumu bozacak olay yaşanıyordu. Halil'in niye ziyaretime gelmediğini, neden doğum günümde aradığımda cevap vermediğini ögrendim. Trafik kazası geçirmiş Halil. Aşırı hızla giderken araba kaymış ve takla atmış. Yoldan geçen kişiler yardım etmek için arabalarından inip ambulansı aramış. Zaten yarı baygınmış Halil. Fazla bir şey hatırlamıyormuş. Ablası ölmüş. Annesi dün yoğun bakımdan çıkmış. Babası ve kendisi ufak tefek sıyrıklarla atlatmış kazayı. "Başın sağolsun, geçmiş olsun." dedim. "Sağol." dedi ve ardından telefonu kapattı. Kötü geliyordu sesi. Nasıl gelmesin ki. Ablasını kaybetmişti. Kanından biriydi o. Yoktu artık, gelmeyecekti asla. Nasıl üzülmüştür şimdi kim bilir. Annesine ne demeli, ya onu kaybetseydi. Annesinin durumuna sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Akşam akşam moralim bozulmuştu. Fazla geliyordu bu kadarı, kaldıramıyordum artık. Her gün kötü bir şey olacak korkusuyla kalkıyorum yataktan. Hayatım mahvoldu bir kız yüzünden. Okul hayatım bitti. Sicilime, işlediğim suçlarda eklendiğinden dolayı iş bulmam da zorlaştı. Hepsini geçtik 100. 000 lirayı nereden bulucam ben. Adamlık yapıp hakaret ettim Elif’e ve babasına. 1 Hafta içinde parasını isteyecek belki. Babama evi satta diyemem. Onuruma, gururuma yediremem bunu demeyi. Zaten babama satma demiştim şimdi nasıl yüzsüz gibi baba evi sat diyeyim. Sıkıştım artık, bunaldım hayattan. Aslında hepsinden kurtulmanın bir çözümü vardı. Kolay ve risksizti. Son çarem buydu. Ölüm. Bütün gece bunu düşündüm. Sonunda kararımı intihar etmekten yana verdim. İntihar edecektim ve biticekti her şey. Ama intihar etsem bile yine sorun vardı. Ailem. 1 Hafta beni göremediklerinde bile nasıl üzülmüşlerdi. Ebedi sonsuzluğa gömüldüğümde ne olurduz, neler hissedelerdi kim bilir. Onlarda gelirdi arkamdan. Yok olurdu ailem dayanamazlardı. Ama artık vermiştim kararımı. Yarın bitecekti her şey. Sabah erkenden uyandım. Yatak odasına gittim. Anneme ve babama baktım uzun uzun. Ardından odama gidip bilgisayarı açtım. Facebook hesabımı sildim. Üstümü başımı giyerken biri kapıyı tıklattı. Babam geldi. "Bir yere mi gidiyorsun oğlum?" dedi. "Erkenden iş bakmaya gidicem baba." dedim. "Moralin bozuk biraz sanki." dedi. "Sana öyle gelmiştir, yok bir şey." diyerek cevap verdim. "Gitmeden önce kahvaltı yapta öyle çıkarsın." dedi. "Tamam." dedim. Gitmedende, nereye gitmeden? Ölüme gideceğimi bilmiyordu babam. Benimle yapacağı son kahvaltının bu olacağını, beni son kez gördüğünü bilmiyordu. Annem de uyanmıştı. Pazar günü olduğu için bu güne özel daha güzel kahvaltı hazırladı. Son kahvaltım olduğu için güzelce yaptım kahvaltımı. Bu, sanki idam edilecek mahkumun son yediği yemek gibi hissettirmişti. Kahvaltıdan sonra anneme ve babama sarıldım. Gözlerim doldu ve ağlamaya başladım. İkisi de şüphelendi bu durumdan. "Niye ağlıyorsun oğlum." dediklerinde "Sevinçten ağlıyorum. Şimdi hapishanede değilim, özgür şekilde kahvaltımı yapabiliyorum. Bu beni mutlu ediyor." dedim. Annem "Oğlum artık kötü anılarınının olduğu orayı unutman gerekiyor." dedi. Babam buna katılarak "Evet oğlum annen haklı, unut artık orayı." dedi ve ardından "Biz birazdan alışverişe gidicez annenle." dedi. "Tamam." dedim. Son kez baktım onlara. Bilmiyorlardı, son kez onların bana, benim onlara baktığımı. Çıktım evden. Son kez dolaştım mahalleyi. Tanıdığım bazı kişiler yanıma gelip "Geçmiş olsun." dedi. Kimisi tanıdığım halde ters ters baktı. Civardaki en uzun binaya gittim. Çatı katına çıktım. Telefonumdan Halil’e "Kardeşim yaptığın her şey için teşekkür ederim. Annem ve babam sana emanet." diye mesaj attım. Neler yaptı Halil benim için. Kardeşim olsaydı Halil gibi olmasını isterdim. Benim için odaları gözetledi, kavga etti hatta bayıldığımda hastaneye o götürdü. Hakkını asla ödeyemicem. İnşallah cenazemde hakkını helal eder. Etrafa baktım uzun uzun. bir de aşağıya doğru baktım. Burası ölmek için güzel bir yerdi. Tam karar verdim aşağıya atlamak için "Yok..." dedim "bu böyle olmayacak." Neden acı çekmiyorum ben. Annemi ve babamı o kadar üzdüm. Bunun bir bedeli olmalı. Bu bedeli acı çekip ölerek daha doğrusu gerçekten öldügümü hissederek ödemek istiyorum. Çıktım binadan. İnsanlar ne der, en kötü ölüm şekli ya yanaraktır ya da boğularak. Ben boğulmayı seçiyorum. Zaten diğer tarafta yanıcam. Kalın ip satan yerden ip aldım. Eve gittim ve kapıyı tıklattım. Kimse açmadı kapıyı. İyi bir şeydi bu. Hayatımda ilk defa aksilik çıkmamıştı. Su sayacının oradaki yedek anahtar ile açtım kapıyı. Kapıyı kapattıktan sonra mutfakta bulunan sandalyeyi, oturma odasındaki avizenin altına koydum. İpe düğüm atıp boynumu geçirebileceğim yuvarlak şekle getirdim. Sandalyeye çıktım ve ipi avizeye sıkı şekilde bağladım. Heyecanlandım çünkü bitiyordu her şey. Artık hayatta yapacağım son bir şey vardı. Son namazımı kılmak. Fazla namaz kılmasam bile 2 rekat namazdan zarar gelmez diye düşündüm. Abdestimi alıp 2 rekat namazımı kıldım. Sandalyeye çıktım ve ipi boynuma geçirdim. Bismillâhirrahmânirrahîm dedikten sonra şahadet getirdim. O an Elif'in dudağına yapıştığım an aklıma geldi. "Onu yapmamalıydın Fatih. Orada sen hatalıydın." diye düşündüm. Ağlamaya başladım. "Utancımı yenmek içindi, Elif benimle dalga geçmişti. Yerin dibine girmiştim ve cesaretimi toplamak için öptüm onu." diye düşünmeye devam ettim. Ağlamamın şiddeti arttı ve bağırmaya başladım. Tam o anda kendimi boşluğa bırakıcaktım ki zil çaldı. "Yok artık." dedim. Toparlandım, göz yaşlarımı sildim ve ipi boynumdan çıkarıp kapıyı açmaya gittim. Kapıyı açtım. Gelen belalıydı...

Kapıyı açar açmaz direkt üstüme atladı. Suratıma öyle bir vurdu ki bayıldım. Gözlerimi yavaş yavaş açtım. Sandalyede çırılçıplak oturuyordum ve ağzım bantlıydı. Ellerim arkadan, bacaklarım ise önden kalın iplerle bağlanmıştı. Etrafta birçok kesici alet görmüştüm, ortalama 35 mt2 odadaydım. Duyabildiğim tek ses, bıçakların birbirine sürtünme sesiydi. Aradan 5 dakika kadar geçti ve ilerideki kapıdan belalı geldi. Üstünde kasap elbisesi vardı ve iki tane bıçağı tutuyordu. Yanıma geldi ve konuşmaya başladı. "Hayırdır eleman beni unuttun mu? Ben söyleyeyim, seni asla unutmadım ve unutmucam. Tam zamanında gelmişim yoksa seni öldürme zevkini yaşayamıyacaktım. Ben gelmesem evdeki avizeye ipi asıp intihar etmeye çalışcakmışsın, gördüm. Sen beni başka bir hapishaneye gönderdiğinde neler çektim lan ben senin yüzünden. Öyle bir kin besledim ki sana, ölmek için yalvarıcaksın, garantisini veriyorum. Senin için firar ettim hapishaneden. Hapishanedeki gardiyanlar bana yapmadığı işkenceyi bırakmadılar. Hayvanca dövdüler, aç bıraktılar ve en kötüsü özel hücreye attılar. Seni öldüreceğime namus sözü verdim kendime. Firardan evvel evinin adresini gardiyana 3-5 kuruş vererek öğrendim ve şimdi buradayım." dedi. Vay be benim sonum böyle olacakmış demek. Cehenneme gitmeden cehennemi yaşayacakmışım dünyada. Belalı ağzımdaki bantı çıkarttı. "Acıdan bağırıcaksın ve ben zevk alıcam." dedi. Elindeki bıçağı baş parmağıma yaklaştırdı ve baş parmağımı doğramaya başladı. Yerinden koparmış, 9 parmak bırakmıştı beni. Duyduğum acı, yaptığı diğer şeyler yanında hiçbir şeydi. Getirdiği kaynar sıcak suyu başımdan aşağıya boşalttı. Ardından elindeki bıçağı karnıma 4-5 defa sapladı. Ağzımdan kan gelmeye başlamıştı. Artık bitiyordu her şey. Her şeyin bitecegini bildiğimden dolayı aldığım zevk acıyı hissetmemeye getirmişti durumu. Gözlerim kapanıyordu yavaş yavaş. Belalı bıçağı dizlerimin biraz gerisine koydu ve gözlerimi siyah bant ile bantladı. "Al sana kurtulman için bir şans." dedi ve yanımdan uzaklaştı. Hiçbir şey göremiyordum ve boşluğa "Dur." dedim. "Ne var lan?" dedi, sesinij uzaktan geldiğini duymuştum bunu söylediğinimde. "Son bir şey istiyorum senden. Pantolonumun cebinde telefon var ve içinde sadece tek müzik kayıtlı. Onu açmanı istiyorum senden." dedim. Cevap vermedi ve 20 saniye sonra ayak sesleri uzaklaştığını göstererek gitgide kısılıp yok oldu. Sonrasında sevdiğim o şarkı, arka planda, zihnimde çalmaya başladı.

Bitiyordu her şey. Artık bazı şeyleri kabul etmeliydim. Sevmiştim Elif'i ve halen seviyordum. Fahişelik yapsada sevmiştim. Beni dövdürsede sevmiştim. Beni hapishaneye attırsada sevmiştim. Hak etmiş miydim ben bunları? Bunları yaşayacak kadar büyük günah işlemiş miydim? Kendimi gerçekten suçlu hissetmeye başlamıştım. Geçen her saniye beni diğer tarafa yakınlaştırıyordu. Zaten yaşadığım acıyı anlatmanın yolu yoktu. Sandalyeyi son gücümle oraya buraya ittirmeye çalıştım. Birkaç kere denedikten sonra sandalye yere düştü ve dizimde duran bıçağın da yere düştügünü duydum. Gözlerimin siyah bant ile kapalı olması ve aldığım ağır darbeler beni çok yavaşlatıyor, şansım varsa bile kurtulmamı engelliyordu. Yerdeyken bağlı olduğum sandalyeyi, bir o yana bir bu yana hareket ettirmeye çalıştım. Biraz uğraşınca bıçağın bacağıma değdiğini hissettim. Biraz daha kendimi sağa sola ittirmeye çalışarak elime almaya çalıştım. Ve sonunda Allah'a şükürler olsun ki tuttum bıçağı. Bıçağı bir ileri bir geri yaparak ipi kesmek için uğraşmaya koyuldum. Devam ederken ileriden ayak sesi duyuldu. Kesmeye çalışıyordum fakat ip çok kalındı, kesemiyordum. Birinin kafamı ellediğini hissettim. Gözümdeki bantı tuttu ve çıkarttı. Bu belalıydı. Elindeki silahı başıma dayadı. Bana bakıp "Oyun bitti." dedi ve tetiği çekti...

Bembeyazdı, sisliydi her yer. Bitmişti sanırım. Kurtulmuştum her şeyden. Ne acı çekecektim ne de acı çektirecektim. Sislerin arasından biri geldi. Yüzünün parlamasından dolayı göremedim yüzünü. Melek bu oluyordu sanırım. Elimi kalbime doğru götürdüm fakat elim bedenimin içinden geçti. Korkmuştum "Korkma" sesini işittim. "Hesap vaktin kıyamet." dedi ve o yüzü parlayan Melek yanımdan ayrıldı. Bir anda kendimi öldüğüm yerde buldum. Yerde yatan kendime, dağılan beynime bakıyordum. Açık giden gözlerime bakıyordum, aileme bıraktığım son acıya bakıyordum. Ama bir şey hissedemiyordum. Üzülemiyordum ya da sevinemiyordum. Sadece duyup görebiliyordum. Ne bir şeye müdahale edebiliyordum ne de yürüyebiliyordum. Belalı cesedime bakıp "Uğraşmıyacaktın benimle çocuk." dedi ve oradan ayrıldı. Zaman kavramı da yoktu burada. Sabah ya da akşam olmuyordu. Çünkü ne güneş vardı, ne de ay. Gerçek'te ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama kendimi bir an da annemin ve babamın yanında buldum. O an anladım işte nasıl hareket ettiğimi, edebildiğimi. Beni kim düşünüyorsa, onun yanına ışınlanıyordum. Evde, oturma odasındaydım. Annem ve babam sanırım alışverişten yeni gelmişlerdi. Çünkü ellerinde poşetler vardı. Demek ki ölmemin üstünden fazla zaman geçmemişti. Oturma odasına gelen annem avizeye bakarak "Bu ip ne böyle bey?" dedi ve hemen sonrasında o düzeneğin intihar için kullanıldığını hatırladıklarında panik havası yaşandı. Annen ağlamaya başladı, babam ise onu sakinleştirmeye çalışarak 'Sakin ol, sakin hanım. Ne olduğunu bilmiyoruz." dedi ve telefonundan beni aradı. Birkaç kez çaldı, açmadığımı görünce tekrar tekrar denedi ve en sonunda "Polis'i arıyorum, açmıyor." dedi. Arayıp durumu anlattı ve aradan biraz zaman geçti. Annem "Fatih nerede, nerede benim oğlum, saat 10 oldu." diye serzenişte bulundu. Odada saat yoktu ve saati de öğrenmiştim. Tahmin ettigim gibi ölmemin üstünden fazla zaman geçmemişti. Öldüğümü bilmiyorlardı, onları görebildiğimi bilmiyorlardı. Aradan biraz daha zaman geçti babam anneme seslenerek "Bu böyle olmayacak hanım, ben kendim aramaya çıkıyorum." dedi.

1 GÜN SONRA

Hislerim kaybolduğundan sıkılma duygusu da yoktu burada. 1 gün geçirmiştim oturma odasında ve sıkılmamıştım. Annem ve babam evdelerdi. Babam işe gitmemişti. bir denbiei kendimi cesedimin yanında buldum. Polis kaynıyordu burası. Etrafa Polis yazan sarı şeritler çekilmişti. Cesedimi nasıl buldular diye düşünürken yerde telefonumu gördüm. Cesedimi inceleyen kişi, telefonu Polis'e verip, "Ailesine haber verin."dedi. Kendimi evde bulmuştum şimdivde. Telefon çalıyordu. Babam telefonu açtı. Haberi alınca yıkıldı adam. Gözleri doldu. Anneme anlattı gözleri dolmuş şekilde. Annem bayıldı zaten. Babam hemen kolonya getirdi. Annemin ellerine ve suratına sürdü. Öyle bir ağlıyorduki annem, burada bile içim sızladı sanki. Ama his denilen şey burada olmadığı için farklı olan durum çıkıyordu ortaya. Nasıl ağlamasınki, oğlunu kaybetmişti.

1 GÜN SONRA

Bir odada buldum kendimi, gasilhanede. Babam ve cesedim vardı. Temizlemeye başladı beni. Bu özel görevi, Gassal'lığı kendisi sahiplenmişti. Temizliyordu ama yalnızca sıradan et parçasını temizliyordu. Benliğimi, karakterimi, daha doğrusu günahlarımı temizlemiyordu. Beni temizlerken ağlamaya devam ediyordu. Annem gelmemiş zaten. Nasıl gelsinki? Kaldırabilirmiydi yüreği. Cesedimi görseydi, babam 2 kişiyi temizlemek zorunda kalırdı.

6 SAAT SONRA

Toprağa verilmem için 4 kişilik bir grup toplanmıştı. Annem, babam, Halil ve İmam. Cenazeme bakıyordum. Üstüme atılan toprağa bakıyordum. Babamın ağlayarak kürek ile attığı her toprak parçasını izliyordum. Anneme bakıyordum. Aglıyordu. "Ağlama annem, ağlama. Senin orada kalman lazım." diyordum. Halil’e bakıyordum. Onun da gözleri dolmuştu. O da beklemiyordu. O hem ablasını kaybetmiş, şimdi de en yakın arkadaşına veda etmişti. İmam sordu "Hakkınızı helal ediyor musunuz?" diye. ",Helal ediyoruz." dediler hep bir ağızdan. Biri bağırdı ordan "Ben hakkımı helal etmiyorum." diye. Elif’in babasıydı bu. Geldi babamın yanına, "Ben hakkımı helal etmiyorum." dedi. Babamın gözü döndü kafa attı adama. Oğlunun acısını Cevdet abiden çıkarıyordu. Onlar kavga ederken Halil neler düşünüyordu inanamadım. Toprağıma dokundu ve "Söz veriyorum kardeşim intikamını alıcam.", dedi...

Bu sıra babam ile Cevdet abi tartışmaya devam ediyordu. Halil onları ayırmaya gitti. Cevdet abi cebinden silahını çıkarttı. Babam "Ne yapıyorsun lan!?" diye bağırdı. Halil, "Sakin ol Cevdet abi, ne yapıyorsun?" dedi. Cevdet abi de "Gerekeni yapıyorum." dedi. Çıkardığı silah ile ilk önce babamı vurdu, ardından namluyu anneme çevirip ona ateş etti. Ondan sonra ne yapacağını bilemeyen, şokta kalmış Halil'e dönüp, ona da sıktı ve silahı başına dayayıp intihar etti. Ben onları izlerken "Hayırrr"... diye bağırırken bir den gözlerimi açtım. Ben öksürürken "Ne bağırıyorsun lan çocuk." dedi belalı. "Oha hepsi rüyaymış." dedim olayın etkisiyle. "Ne rüyası lan, başlatma rüyana." dedi. Üstüm başım giyinikti. Fabrikayı andıran ortamdaydım. Ellerim rüyamda gördüğum gibi arkadan ayaklarımsa önden bağlanmıştı. Halen rüyanın etkisindeydim. Kalbim çok hızlı şekilde atıyordu. Ben ölmemeliyim diye düşünüyordum. Belalı bana bakıp "Beni unuttun mu ha eleman? Ben sana söyleyeyim, seni asla unutmadım ve unutmucam." dedi. Rüyamda gördügüm her şey tekrarlanıyordu. Söylediği her kelime rüyamda söyledikleriyle birbirine neredeyse uyuyordu. "Dur tahmin edeyim. Gardiyana 3-5 kuruş verip evimin yerini öğrendin. Ardından tam zamanında evime gelip beni bayılttın. Oturma odasındaki ipi görüp oh be tam zamanında gelmişim, biraz daha geç gelseydim seni öldürme zevkini yaşayamıyacaktım dedin, doğru mu?" dedim. Söyledigim her şeyin doğru çıkması onu şaşırttı. "Sen benimle dalgamı geçiyorsun lan?" dedi. Silahını çıkarttı ve başıma dayadı. O an şunları geçirdim aklımdan. Rüyamdaki her şeyin doğru olması demek, benim gerçekten öleceğimi gösteriyordum. Ailemi düşündüm o anda Üzüldükleri saniyeler geldi aklıma. Babamın üstüme toprak atışı, annemin üzüntüsü, Halil'in rüyamdaki intikam sözü geldi aklıma. "Son diyeceğin bir şey var mı?," dedi. Ne diyebilirdim ki o an da, ne düşünebilirdim ki. Başıma silah dayanmış, ellerim ve ayaklarım bağlanmış, ölüme mahkum, diğer tarafa biletim kesilmek üzereydi. "Son bir sözüm yok." dedim. "O zaman Çakıl'a selam söy..." derken dang ! diye bir ses geldi. Belalı yere yığıldı. O an kalbim nasıl atıyor. Çünkü gelen Elif'ti...

"Hadi Fatih buradan gidiyoruz." dedi. Ellerimi ve ayaklarımı çözdü. Belalıya bakıyordum kafası kanıyordu. Elif belalının kafasına taşla çok sert biçimde vurmuştu. Bir kızdan böyle darbe gelmesi beni şaşırtmıştı. Hemen belalının silahını aldım. Ceplerime baktım telefonum yoktu. Belalının ceplerine baktım ve telefonumu buldum. Hemen Polis'i aradım. Adresi bilmedigimden telefonu Elif'e verdim. Hemen adresi tarif etti. Belalı kaçmasın diye başında bekledik. 20 Dakika içinde geldi Polis. Belalı Polis gelince ayıldı ve "Hayır!" diye bağırdı. Polisler belalının kollarını kelepçelediler ve arabaya doğru götürdüler. Belalı Polis arabasına binmeden önce aynen şöyle dedim. "Sen benimle uğraşmıyacaktın eleman." Şu cümleyi kurduktan sonra içimdeki yağlar eridi. Sanki belalıyı ölmekten beter etmiştim bu cümleyle. Polisler'den biri yanımıza gelip karakola gelip ifade vermemiz gerektiğini söyledi. Arabalardan bir tanesine Elif'le beraber bindik. Arabadayken Elif elimi tutuyordu. Ben de buna karşılık verdim ve elimi tutmasına tepki vermedim. Karakola geldik, olayı anlattım.m ve birkaç saat sonra serbest bırakıldım. Elif de aynı şekilde olayı anlattı ve serbest bırakıldı. Karakoldan çıktıktan sonra ailem geldi aklıma. Hemen onların yanına gitmeliydim. Merak etmişlerdir beni. Ama bu olaydan bahsetmiyecektim onlara. Elif ise yanımdaydı. Bir teşekkür borçluydum ona. Param olmadığı için taksiye binemezdim. Ayıp olmasın diye Elif'ten de istiyemezdim. En iyisi Elif'le sohbet ede ede eve gidecektim. Ev karakola uzaktı fakat Elif'e soracağım o kadar çok soru vardıki, zaman çabuk geçecekti eminim. Yolda giderken elimden tuttu ve "Gel seninle biraz konuşalım." dedi. Bir bankta oturduk. Ağlamaya başladı. "Neden ağlıyorsun." dedim. "Utanıyorum, yaptığım her şey için çok pişmanım." dedi. "Bunları düşünme şimdi. Beni nasıl buldun?" diye sordum ve başladı anlatmaya. "Evde otururken Halil beni aradı. Bana "Fatih bana mesaj attı "Her şey için sağol. Annem ve babam sana emanet." diye. Sonra dediki "Benim evim Fatih'lere uzak, sen acil kontrol edebilir misin?" Bizim oturduğumuz ev size yakın, hemen üstümü giyip size doğru koşmaya başladım. Sokak ıssızdı ve apartmanınıza yaklaştığımda tanımadığım bir adamın seni taşıdığını gördüm. Arabasına koydu seni. Şans eseri oradan geçen bir taksiye bindim ve takip etmesini söyledim. Seni kaçıran kişi fabrika tarzı bir yerde durdu. Ben ise oraya yakındım ve taksinin içinde olanları izliyordum. Taksiciye ücretini ödedikten sonra "10 dakika içinde gelmezsem polisi ara lütfen." diye ikaz ettim. Seni kaçıran kişi arabadan indi ve ardından seni kucağına alıp fabrikadan içeri soktu. Ben de taksiden indim ve fabrikaya girdim. Seni kaçıran kişiye baktığımda ellerini ve ayaklarını bağlıyordu. O sırada yerden bir taş aldım ve uygun anı beklemeye başladım. Aradan biraz zaman geçti ve sen öksüre öksüre kendine geldin. Rüya falan bir şeyler dedin tam anlayamadım orayı. Sonra seni kaçıran kişi silahı başına dayadı ve ben o an yavaş yavaş gelip, seni kaçıran kişiye arkasından vurdum." dedi. Yine aslında Halil kurtarmıştı beni. O olmasaydı Elif'in haberi olmayacak ve şu an ölmüş olacaktım. "Sağol." dedim ve sarıldım Elif'e. Yaptığı her şeyi unuttum o sıra da ve hatamla yüzleştim. "Özür dilerim. Ben çok utangaçtım, şu an halen öyle miyim bilmiyorum ama çok kötü hissettmiştim o gün. Seni öpmemeliydim, beni affe..." diyecekken dudağıma yapışıp öpmeye başladı. Ben de karşılık verdim ona. Kalbim küt küt atıyordu. Gerçekten zevk alıyordum. Ben Elif'e aşıktım, unutamıyordum onu. Ama onu dudağından öperken aklıma müdür ile yaptığı şeyler geldi. Bir anda "Dur!" diye bağırarak geri çekildim. "Niye lan niye? Niye yaptın öyle bir şey?" dedim. Aglamaya başladı ve "Mecburdum." dedi. Sonra anlatmaya geçti ve söylediklerine inanamadım. Çünkü fahişe dediğim Elif gerçekten öyle çıkmıştı...

Anlattıkça şaşırıyor, ben kendimi suçlu hissediyor ve Elif'e haksızlık ettiğimi düşünüyordum. Elif’in annesi Terzi, babası ise 2 dükkana sahip, ticaret ile uğraşan birisiydi. Annesi yıllar önce giyim mağazasında, hem satışta olanları, hem satılanları veya dışarıdan gelen yırtılmkş kıyafetleri dikmek için işe başlamıştı. O giyim dükkanının sahibi babasıydı ve bu şekilde tanışmış, birbirlerini sevmiş ve evlenmişlerdi. Babası 3 yıl kadar önce, daha güzel olduğunu düşündüğü birini bulmasından ötürü annesinden uzaklaşmaya başladı. Anne bundan şüphelendi, yaklaşık 2.5 sene önce durumu anladığında, Elif’i de alıp evden ayrıldı ve kiralık daire tutup ayrı kızıyla beraber başka eve çıktı. Anne ile babanın ayrı yaşadığı dönem başlamıştı ve sorun şuydu ki, anne eşine güvenerek çok yüklü kredi çekmişti. Elif’in babası, ayrı kaldıkları bu dönemde dahi karısının üzerine olan borcu ödemeye devam etti. Bir süre sonra, karısıni aldattığından pişmanlık yaşadığından barışmak istemişti ama bu sefer Elif ve eşi kabul etmediğinden 1.5 sene önce boşanmış, sonra ise borcu ödemeyi kesmişti. Elif neler çektiğini anlatırken gözleri doluyordu. Babası yokken annesi başka yerde çalışmaya başlamış fakat devletten dul maaşı almasına rağmen, kira, faturalar ve borç derken yetmemiş o maaş. Elektrikleri, suları ve doğalgazları kesilmiş, aç kaldığı birçok gün olmuş, en sonunda kredi borcunun ödenmemesi yüzünden annesinin hapse girmesine yol açılan bir süreç başlamış. Yaklaşık 10 ay önce, 18 yaşının ortalarına doğru o pis işe böyle başlıyor işte. Annesinin haberi yok tabii. Annesi bunu çalışıyor biliyor. 10000 lira küsür para almış ilk başta. "Annen o kadar para almana hiç şüphelenmedi mi?" diye sorunca da "O kadar para aldığımı bilmiyor." dedi. Hapishaneden çıkabildim çünkü benim için babasıyla barışmış. Konuyu konuşmuş ve kefaret ücretini ödemesini istemiş. "Peki müdür, ona ne diyeceksin?" dedim. "Aynı sebepten.." ve yarım saniye duraksadıktan sonra "annem için." dedi ve devam etti. "Altüst olan psikolojimden ötürü notlarım o kadar kötüydüki geçen sene sınıfta kalmıştım. Bu sene de kesin kalacağımı düşünüyordum, atılırdım okuldan. Benim müdürle bu konuda iletişimim olmamıştı, o beni çağırdı yanına. Sanırım web sitesinden görüp, kim olduğumu, ne iş yaptığımı anladı ve böyle bir teklif yapmak için yanına çağırdı. Bana "Notların çok kötü, zaten bir sene sınıfta kaldın, bu yıl kesin atılacaksın bu okuldan. Neyse ben sana bir teklifte bulunucam. Sadece aramızda kalacak." dedi. Ben de, herhalde bana bir görev verecek okul ile alakalı diye düşündüm. Hani şöyle okulu temsil ettigimiz yarışmalardan var ya, onlardan bir tanesine göndericek ve torpillide olsa sınıfı böylece geçmiş olurum diye düşündüm. "Buyrun hocam seve seve yaparım." dedim. "Benimle ilişkiye gireceksin." dedi. Aynen böyle açık konuştu. Şaşırdım, o an ne diyeceğimi bilmeyerek, "Hocam siz ne diyorsunuz?" dedim. "Ne dediğimi duydun, teklifimi düşün, sınıfı geçme garantini sağlayacak ve üzerine para kazanacaksın, ben her zaman hazırım." dedi. 1 Hafta boyunca düşündüm. Her gece yatmadan önce ağladım ama ağlamam fayda etmiyordu. Mecburdum, yapmayacağım diye kendimi kandırsamda mecburdum. O zaman böyle düşünmüştüm. O pis işe başlamama rağmen ucu ucuna annemin kazandığıyla yetinmeye çalışıyorduk ve riske girmek istemedim. Çünkü annem hapse girerse ben ne yapacağımı bilemezdim. Bunun yanında, geçen sene sınıfta kaldığımdan ötürü annem çok üzülmüştü ve geçeceğim kesin olduğundan müdürün söylediğini kabul ettim. Bir gün öğle teneffüsünde müdürün yanına gittim. Ondan sonrasını zaten sen biliyorsun. Çok pişmanım, aceleci davrandım. Hiç başlamamalıydım bu işe, okulu bırakmalıydım gerekirse. Ben seni seviyorum Fatih." dedi. Ne yapacaktım şimdi? Ne yapmalıydım şu an? Elif'e olan aşkım sinirimi bastırıyordu. Yaptığı şeyler gözümün önünde canlanınca sinirden deliriyordum. İçim içimi yiyordu. Banktan kalktım ve yürümeye başladım. Elif de arkamdan geliyordu.

30 DAKİKA SONRA

Evin olduğu sokağa geldik. Banktan kalktıktan sonra Elif'le hiç konuşmadım. Evin kapısına geldiğimde Elif bana sarılmak istedi. "Buna hazır değilim Elif." dedim ve devam ettim. "Lütfen beni biraz yalnız bırak. Bu arada babanın vermiş olduğu parayı yolunu bulup size geri ödicem." dedim. Tam dış kapıdan içeri girecektim ki Elif elimden tuttu. "Bir daha o işi yapmıcağıma yemin ettim." dedi ve ardından ağlaya ağlaya yanımdan uzaklaştı. Pişmandı. Pişman olduğu her halinden belli oluyordu. Ama ben şunu kabul edemiyordum. Not için namusunu satmıştı. Para yüzünden namusundan olmuştu. Para için hayatını satmıştı. Bunları aklıma getirdikçe içim içimi yiyordu. Ben bunları düşünürken 'Oğlum.' seslenişini işittim. Annem ve babam alışverişten dönmüşlerdi. Annemin ve babamın elinde, dolu poşet vardı. Babam bana bakarak "Hayırdır oğlum dalgınsın." dedi. Annemin elindeki poşetleri aldıktan sonra babamla beraber asansöre bindik. Asansör aslında 3 kişilikti ama poşetlerden dolayı 2 kişi zor sığmıştık. Çıkacağımız katın düğmesine bastı babam ve yukarıya çıkarken yaptığımı unuttuğum eylem aklıma geldi. İntihar etmek için oturma odasındaki avizeye ip asmıştım. Onu çıkarmalıydım. Şimdk hemen bahane üretmem gerekiyordu. Asansördeyken "Baba şu kapıcının parasını verirmisin?" dedim. "İyi hatırlattın oğlum. Dur ben sana vereyi mde gidip sen ver parasını." dedi. "Baba ben biraz yorgunum, sen versen olur mu? Bugün iş bulmak için baya yol yürüdüm. Yanlış anlama 2 kat inmemek için bahane üretmiyorum." dedim. "Önemli değil oğlum." dedi. Asansör durdu, indik ve babam poşetleri evin kapısının önüne bıraktı. Anahtarı bana verdi ve "Poşetleri sen içeriye sokarsın." dedi. Babam gittikten sonra hemen kapıyı açtım. Poşetleri bile içeriye almadan direkt odama koşum makas aldım. Sonra oturma odasına gidip avizeye bağlı olan ipi kestim ve ardından çöpe attım. Poşetleri almak için geri geldiğimde, annem eline birkaç tane poşet almış ve içeriye girmek üzereydi. "Oğlum niye poşetleri içeriye almadınız babanla." dedi. "Anne, babam kapıcının parasını ödemeye gitti." dedim. Poşetleri içeriye aldıktan sonra odama çıktım. Üstümü başımı çıkartıp duş aldım. Temiz üstümü başımı giydikten sonra aşağıya inip oturma odasında oturan anneme "Çöpü atıyorum." dedim. "Dolmuş mu oğlum iyice bak." dedi. "Dolmuş anne dolmuş." dedim. Aşağıya inip çöpü attım. Geri geldiğimde babam eve gelmişti. Kapıcıdan bahsediyordu. "Ne kadar iyi insanlar." diyerek kapıcıyı ve yanındakileri övüyordu. "Baba yemekte beni çağırır mısın? dedikten sonra odama gittim. Yatağıma uzandım. Mantıklı düşünmeye başladım. Ne yapacaktım ben şimdi. O 100.000 lirayı nasıl ödeyecektim, bunu düşünüyordum.

1 SAAT SONRA

Aradan biraz zaman geçti. Babam odama gelip "Hadi oğlum yemek yiyoruz." dedi. Sofraya oturduk. Annem her zamanki gibi mükemmel yemekler yapmıştı. O an da gördüğüm rüya geldi aklıma. Anneme ve babama dikkatli bir şekilde baktım. Mutluydular. Huzurluydular. Babamın rüyamda cesedimi yıkayışını düşündükçe, annemin rüyamda ağlayışını aklıma getirdikçe beni ne kadar sevdiklerini anlayabiliyordum. Silmiştim kafamdan intihar etmeyi. Çok saçma karardı ve arkasından büyük sonuçları olacaktı. Allah, bana şükürler olsun ki gösterdi neler olabileceğini. Babam sordu "Oğlum iş buldun mu?" diye. "Birkaç yere başvurdum, dönüş yapacaklar babam" dedim. "Tamam oğlum acele etmene gerek yok." dedi. ”Tamam baba, anne ellerine sağlık." dedikten sonra kalkıp odama çıktım. Halil'i aradım. "Kardeşim seninle yarın sabah bir buluşalım, anlatacaklarım var." dedim. "Tabii olur." dedi. Neden iyi gelmiyordu sesi? Niye eski Halil yoktu? Ablasını kaybetmesi Halil'i çok kötü yaralamıştı. Eminim halen ablasının öldüğünü kabul edememiştir. Nasıl kabul etsin ki? Nasıl unutsun ki ablasını? Yıllar boyunca beraber vakit geçirdiğı, kanından birini nasıl unutsun ki? Yine kendimi üzüyordum. Yapmamalıydım, kendime zarar verebilirdim. İyi şeyler düşünmeliydim. Ailem üzülmesin diye bugün yaşadıklarımı bile onlara anlatmadım. Yorgundum, yattım ve uyudum. Sabah kalktım, annem ve babamla kahvaltı yaptıktan sonra odama gittim. Üstümü başımı giydikten sonra babamdan 50 lira alıp dışarı çıktım. Halil'le buluşacağımız yere gidip Halil'i beklemeye başladım. 5 dakika sonra geldi Halil. Gözlerinin altı ağlamaktan şişmiş, hayattan bezmişti. Gelir gelmez gittim sarıldım ona. O da bana sarıldı. "Kardeşim sen olmasan var ya ölmüştüm ben." dedim. "Hayırdır ne oldu?" dedi. Başımdan geçen olayları anlattım. Attığı mesaj ile hayatımı nasıl kurtardığını, Elif'in gerçekte nasıl biri olduğunu ve o karaktere bürünmesine giden süreci anlattım. İnanamadı. "Oha." dedi. "Yaptığı o kadar şeye rağmen benden özür diledi ve beni sevdigini söyledi." dedim. "Fatih ben halen inanamıyorum. Kız mecburmuş ama mecbur diye de kendini pazarlaması insanı sinirlendiriyor. Şerefsiz babası onları bırakmış ve senin için barışmışlar. Bu kız seni seviyor, bence ona bir şans vermelisin." dedi. Ne güzel konuşuyordu Halil. Onun gibi bir dostum olmasından dolayı gurur duyuyordum. Hayatımı kurtardı o benim. O olmasaydı ben şu an da burada olmazdım. "Kardeşim yaptığın her şey için sağol " dedim. Tekrar sarıldım ona ve iş bakmak için yanından ayrıldım. 3 yere baktım. 2 tanesi büfeydi. Biri 800 diğeri 1000 lira maaş veriyordu. İkisi de yemek veriyordu. 800 lira olan cumartesi günü 13:30'a kadar çalıştırıyordu, diğerinde ise tam zamanli çalışacaktım. Pazar günü ikisinde de tatildi. Son baktığım yer ise ünlü bir alışveriş merkezinde bulunan teknolojik ürünler satan mağazaydı. 800 Lira maaş, 200 lira yemek parası, sigorta ve hafta içi 2 gün tatili vardı. Hafta sonu full çalışıyordun. Çalışma saatleri sabah 12 akşam 8'di. Kafama yatan iş buydu. Oranın müdürüyle adam gibi konuştum. "Yaşıma bakmayın. Elektronik ürünlerle alakalı fazla bir bilgim yok fakat insanlarla ilişkim iyidir." dedim. ”Ögrenirsin." dedi ve hazırlamam gereken evrak listesini verdi. Sabıka kaydı, maaşımın yatması için banka hesabı ve birkaç tane daha evrak istediler. Hepsini hazırladım. Evrakları teslim ettim ve müdür yarın başlıyabileceğimi söyledi. Akşam babama yarın işe başlayacağımı söyledim. "Hayırlı olsun oğlum." dedi. Telefon alarmını kurduktan sonra yattım. Sabah alarmın çalmasıyla saat 10:30'da kalktım. Annem ve babamla kahvaltı yaptıktan sonra duş aldım. Üstümü başımı giydikten sonra dışarı çıktım. Babamın dün verdiği 50 lira ile akbile para doldurdum. Otobüse atlayıp alışveriş merkezinin önünde indim. Çalışacağım yere gittim. Bana kıyafet verdiler. Hepsiyle tek tek tanıştım. Hepsi iyiydi. Ben onları , onlar beni çok sevdi. Ama ünlü olmamı, 100. 000 lira kazanmamı sağlayacak şerefsizliklerine göz yumamazdım...

Başta her şey çok güzeldi. İlk 1 hafta çok güzel geçti. Her şey kusursuz ilerliyordu. Geçen günler bana ürünlerle ilgili bilgiler edindirmiş ve acı gerçeği bana göstermişgi. Teşhir. Hepsi o kadar rahattıki. Dünyaca ünlü, herkesin bildiği bir firma olmalarına rağmen teşhir malı sıfır olduğunu söyleyerek satabiliyorlardı. 1 yıl önce piyasaya sürülmüş telefonu, gözümünün önünde güzelce temizledi, ardından fabrika ayarlarına geri döndürdü yani telefona format attı ve ilk günkü haline getirdi. Olay aynen şöyle oldu. Gelen müşteri telefon almak istediğini ve iki model arasında kaldığını söyledi. 2 modelin de artılarını, eksiklerini ve hangisinin daha hızlı olduğunu anlattım. Müşteri "Tamam 1 saat sonra şu modeli alıcam." dedi. Ben mağaza müdürüne durumu ilettim. "Tamam." dedi. Aradan 2-3 dakika geçti ve beraber çalıştığımız birisi, stantta duran, belki de binlerce kişinin ellediği teşhir telefonu yerinden çıkarttı. Bir güzel bezle temizledikten sonra telefona format attı. Jelatinini taktıktan sonra kutusuna koydu. Kutusunun orjinal bantlarını yapıştırdıktan sonra telefonu satışaa hazır hale getirmiş oldu. "Abi hayırdır ne oluyor?" dedim. "Telefon satmıcak mısın, hazırlıyorum işte." dedi. "Abi hazırlıyorsun da, o ürün teşhir değil mi?" dedim. "Evet teşhir." dedi. "Kutusundan çıkarılmış ürün bazı durumlar haricinde 2. ele düşer. Ne kadar zamandır bu telefon orada?" diye sordum. "1 senedir burada." dedi. "Abi, müşteri alacağı ürünün teşhir olduğunu biliyor mu?" dedim. "Bilmicek." dedi. Durumu magaza müdürüne söylemek istedim. Bana sert bir dille "Sen işine bak sanane." dedi. Bunu demesiyle şoka uğradım. Aradan 10-15 dakika geçti ve müşteri geldi. Telefonu aldı ve gitti. Haram değil miydi bu şimdi? Şerefsizlik degil miydi bu şimdi? Bunun bir keresi de aynı yüz keresi de fakat sadece telefon ile kalmamıştı bu durum. 2 sene önce çıkan televizyonu sıfır diye satanı mı söyleyeyim, yoksa 5 ay boyunca mağazada müzik dinlemek için kullanılan ses sistemin imi söyleyeyim? Bu olaylar çok fazlalaşınca "Yok.." dedim "bu böyle olmucak." Bir gün mağazadayken müdürün yanına gittim ve istifa etmek istediğimi söyledim. Niye falan diye sorunca lafı yapıştırdım. "Şerefsizlerle çalışmak zoruma gidiyor." diye. "Ne diyorsun lan sen?" dedi bağırarak. "Teşhir mal satmaya utanmıyor musunuz lan?" diye bağırdım bende. Mağazada müşteriler vardı ve onlarda tip tip bize doğru bakmıştı. Mağazadan dışarı çıktım ve eve gittim. Annem ve babamla konuştum. İşten ayrıldığımı ve nedenini söyledim. Bana hak verdiler. Hemen işlemlere başlamak için adliyenin yolunu tuttuk. Avukat falan ayarladık. Tazminat davası açacaktık. Bu iş öyle es geçilecek durumda değildi. Binlerce hatta milyonlarca kişinin hakkına girmişlerdir eminim. Teşhir mal satmak nedir lan. Teşhir olduğunu söyle bari. Sıfır diye satıyor şerefsizler. Hemen mahkemeye çıkıp ifademi verdim. Hakim olayın detaylı bir şekilde araştırılacağını söyledi.

2 AY SONRA

Aradan 2 ay geçti. Bu zaman diliminde aklım Elif de olsada Elif'le hiç konuşmadım. Halil ile her hafta düzenli bir şekilde konuştuk. Babam öğleye doğru, davanın sonuçlandığını söylemek için beni aradı. Heyecanlanmıştım. "Sonuç ne oldu baba, karar ne çıktı?" dedim. "Kazandık, 180.000 lira tazminat kazandık. Evde detayları konuşuruz." dedi. Şaşırmıştım ve sevinmiştim. Çalıştığım yere gittim neler oluyor diye. Birçok gazeteci, mağaza müdürünü ve çalışanları soru yağmuruna tutuyordu. Mağazaya gidip müdüre göz kırptım. Bu göz kırpmam içimdeki bütün siniri alıp götürmüştü. Bütün gazeteciler yanıma geldiler. Çok fazla soru sordular, aklımda kalanları söyleyeyim ben size. "Aldığınız para ile ne yapacaksınız, mutlu musunuz?" hatta "Sevgiliniz var mı?" diye soran bile olmuştu. "Kazandığım para ile borcum var onu ödücem, evet mutluyum ve sevgilim var." diye cevap verdim onlara. Alışveriş merkezinden ayrıldıktan sonra eve gittim. Akşam olduğunda yemekteyken babam duruşmanın detaylarını anlattı. Avukata 30.000 lira verdiğini söyledi. Bütün mağaza kameralarının incelendiğini, bütün çalışanlarla tek tek görüşüldüğünü, hatta oradan alışveriş yapan birkaç müşterinin de duruşmada olduğunu söyledi. "Oğlum sen değil misin şu?" dedi televizyona bakarken babam. Bende oraya doğru baktımc ve kendimi izlerkeno gururlandım. Şu an da milyonlarca kişi beni izliyordu ve helal olsun diyordu. Şimdi belki de o firma batma noktasına gelecekti ve zaten dediğim gibi de oldu. Firma batmadı ama 2 gün sonra alışveriş merkezine gittiğimde çalıştıvım yerin kapalı olduğunu gördüm. 1 Hafta sonra da yerine, yine elektronik ürünler satan başka markanın mağazası açıldı

1 HAFTA SONRA

Ünlü olmuştum artık. Herkes beni tanır hale gelmişti. Selam vermdyen kişiler selam verir olmuştu. Sokakta giderken gözler benim üstümdeydi. Akşam babam eve gelince müsait bir anda "Baba biraz konuşalım mı?" diye sordum. "Tabii oğlum." dedi. "Baba parayı ne yapıcaz, hiç konuşmadık." dedim. "Ne yapmalıyız oğlum, kararı sana bırakıyorum." dedi. "Gerekeni yapalım, Elif’in babasına olan borcu ödemek istiyorum." dedim. "Peki oğlum." dedi.

1 GÜN SONRA

Babam o akşam eve siyah çanta ile geldi. İçinde ne olduğu belliydi. "Al oğlum bu çantanın içinde 100.000 lira var. Git borcunu öde." dedi. Elindeki çantayı alıp "Sağol baba." dedikten sonra odama gittim. Halil'i aradım ve Elif'in evinin adresini öğrendim. Üstümü başımı giydikten sonra çanta ile beraber dışarı çıktım. Elif’in evi yürüme mesafesinde olduğu için taksiye binmeme gerek yoktu. Halil’in verdiği adrese geldim. Kapıyı çaldım. Kapıyı Cevdet abi açtı. "Buyur oğlum." dedi. Elimdeki çantayı uzattım ve "Abi ilk başta sen şu emaneti al." dedim. Çantayı açıp paraları gördükten sonra "Oğlum bunu neden bana veriyorsun?" dedi. "Borcum abi, borcumu ödüyorum." dedim. "Saçmalama oğlum al şunu." dedi. "Abi eğer bu parayı almazsan içimde kalacak sana olan borcum." dedim. Aldı ve teşekkürlerini iletti. "Elif’i çagırır mısın?" dedim. "Dur bir dakika çağırıyorum." dedi. Elif geldi. Beni gördüğüne çok sevindi. Babasının elindeki çantaya bakarak "Bu ne baba?" dedi. "Fatih borcunu ödedi." diye karşılık aldı. "Baba bana sakın o parayı aldığını söyleme..." derken sözünün arasına girdim. "Eğer baban parayı almayı kabul etmezse beni unut." dedim. Gözlerime öyle içtenlikle bakıyordu ki. "Fatih ben seni seviyorum." dedi babasının yanında. Cevdet abi de bir şey demedi, hatta "Elif sizin konuşacaklarınız vardır, ben içeriye gideyim." dedi ve yanımızdan ayrıldı. Elif sarıldı bana. Bu sefer bende ona sarıldım. Deliler gibi seviyordum onu. "Elif ben seni çok seviyorum." dedim. "Bende seni seviyorum." dedi. Dudağımdan öpmeye başladı. Öyle içtenlikle öpüyordu ki, onun beni sevdiğine inanmıştım. Mutluydum hem de çok mutluydum. Ama mutlu olmam müdürden ve beni dövenlerin en kalıplısı olan Murat'tan intikam alacağım gerçeğini değiştirmiyordu...

Elif'in yanından ayrılıp eve gittim. Anneme ve babama durumu anlattım. Borcu ödediğimi, Elif ve babası ile barıştığımı söyledim. İyi yaptığımı belirttiler. Odama çıktım ve Halil'i aradım. Biraz konuştuktan sonra konuyu Murat'a getirdim. Murat'ın adresini sordum. Fatih adresi bilmiyorumda sen halen intikam derdinde misin?" dedi. "Evet." dedim. "Oğlum sen akıllanmadın mı? Hapislere girdin, boşver ne halleri varsan görsün." dedi. "Kardeşim ona ve müdüre acı çektirmeden gözüme uyku girmicek,." dedim. Müdürü duyup Elif’e yaptıklarını hatırlayınca oda üzerime gitmedi daha fazla ve yardım etmek istedi. Murat'tan başlamak istediğimi söyledim.Adresi bilmediğinden Elif'e yönlendirdi beni. "O belki adresini biliyordur." dedi. Halil'den Elif’in telefon numarasını aldıktan sonra kapattım telefonu. Elif'i aradım. Murat'ın adresini bilip bilmediğini sordum. Ne diyebilirdi ki o anda, ne yapabilirdi ki? Sanırım utanmıştı ki Murat'ın adresini sorduktan sonra 2-3 saniye cevap vermedi. Hangi yüzle cevap verecekti? Zamanında beni dövdürtmek için Murat'tan yardım almıştı. Elif’i seviyordum, çok seviyordum ama onu seviyor olmam beni zamanında dövdürttüğü hatta okuldan attırdığı gerçeğini değiştirmiyordu. Ama ben ona hiçbir şey belli etmedim. Hepsini içime attım çünkü benimde hatalarım vardı. "Alo Elif orda mısın?" diyerek sessizliği bozdum. "Buradayım Fatih." dedi. "Biliyor musun Murat'ın ev adresin?" dedim. "Bilmiyorum ama ögrenirim istersen.' dedi. "Evet istiyorum, lazım, aramanı beklicem." dedikten sonra telefonu kapattım.

1 GÜN SONRA

Öğlene doğru Elif aradı. Adresi öğrendiğini söyledi. Nasıl ögrendiğini, çok detaya inip inmediğini sordum. Kız arkadaşlarından Murat'ın eski sevgilisi olan varmış. Şerefsiz Murat onu eve götürmüş bir kere. Gerisini anlatmama gerek yok zaten. Elif bana "Kapı numarasını falan sormadım. O kadar detaya girersem şüphelenip Murat'a söyler diye korktum." dedi. Evin adresini öğrendikten sonra telefonu kapadım. Murat ve müdür için çok farklı planlarım vardı. İkisini de dünyaya rezil edecektim. Benimle uğraşmak ne demek onlara öğretecektim. İlk işim Murat'ların evinin bulunduğu binayı kolaçan etmek olacaktı. Dışarı çıktım ve 20 dakika sonra binanın önüne geldim. Eski bir binaydı, dış kapısı kapalıydı. Zillere baktım sırasıyla. Bazılarında isim yazıyor, bazılarında yazmıyordu. Elif’i aradım. "Şu şerefsizin soyadını söylesene." dedim. "Kaya, Murat Kaya." dedi. Telefonu kapattıktan sonra sırayla zillere bakmaya başladım. Fakat o soyadla hiçbir isim yoktu. Zilleri, isim belirtilmemiş olanlardandı. İçeriye girip rastgele dairenin ziline basıp yanlış bastığımı, Murat Kaya'nın evini aradığımı söyleyerek risklide olsa aslında evlerini ögrenebilirdim fakat dış kapı kilitli olduğundan içeriye de giremiyordum. İsim yazılı olanların içinden Murat'ın soyadından farklı olanın ziline basıp kapıyı açtırabilirdim. Bu sefer de komşu olma ihtimalleri vardı ve Murat'ın annesi yada yakını o evde olursa bu işten şüphelenebilirdi.İhtimalleri her zaman düşünmeliydim. Çünkü bir hata her şeyi mahvedebilirdi. Murat beni o binada görürse ya da yakını ona "Seni birisi sordu." derse kesin benim olduğumu anlardı. Çünkü diğerlerinden intikam almıştım, niye ondan almayacaktım ki diye düşünebilirdi. Oturup beklemeye başladım. Binaya girecek birinin ağzını arıyarak Murat'ın oturduğu dairenin kaçıncı katta olduğunu ve kapı numarasını ögrenecektim.

1 SAAT SONRA

Aradan 1 saat geçti. Binaya yakın yerde beklerken bir teyze binanın dış kapısına doğru yöneldi. Hemen yanına gittim ve onunla beraber binanın içine girdim. Tam ona "Burada Murat diye birisi oturuyor mu?" diye soracaktım ki, boşverdim. Ya annesi bu kadınsa diye düşündüm. Teyze şüphelenmesin diye asansöre onunla beraber bindik. Asansörde 2. kata bastım, o ise 3. kata bastı. Asansörün 1. katındayken aklıma posta kutularına bakmak geldi. Oradan soyadlarına bakıp bulabilirdim. Tam asansörden iniyordum ki "Oğlum sen nerede oturuyorsun?" dedi. "Ben burada oturmuyorum teyze, misafirliğe geldim." dedim. "Keşke burada otursaydın, oğlum Murat ile takılırdınız." dedi. Benim aradığım Murat olabilir miydi oğlu? Şüphelendirmeden "Teyze sizin adınız neydi?" dedim. "Neslihan benim ismim." dedi. "Benim de ismim Taner, memnun oldum abla." dedim. "Ben de memnun oldum Taner." dedi. "Tamam teyze görüşürüz sonra." dedikten sonra yanından ayrıldım. Evet Murat'ı bulmuş olabilirdim. Önce merdivenleri sessizce yukarı çıkarak asansörden inen Neslihan Hanım'ın hangi daireye girdiğini gözlemledim. 9 numaralı daireye girmişti. Sonra başka ipucu daha bulmak aşağıya inip posta kutularına bakmaya başladım. 9 numaradaki daireye ait posta kutusundaki isme baktığımda üzerinde Kemal Kaya yazdığını gördüm. Bu Birkaç posta gelmişti, onları kontrol etmeye başladım. 2 tane Kemal Kaya'ya, 1 tane ise Neslihan Kaya'ya posta vardı. Öğrenmiştim artık tam olarak adresini. 3. Katta ve 9 numarada oturuyordu. Şimdi tek sorun, onu yalnız yakalamak olacaktı. Elif’i aradım ve "Murat'ın telefon numarası var mı?" diye sordum. "Var." dedi. "Şimdi onu ara ve buluşmak istediğini söyle. Nedenini sorarsa da huyuna git. Rahat ol ve seni özledim, ilişkiye girmek istiyorum diye onu ikna etmeye çalış." dedim. Israr etmeden kabul etti. Bana güveniyordu ve onu boşu boşuna şerefsiz Murat'ın yanına göndermeyecektim... 1 SAAT SONRA

Elif aradı. Murat'ların evinde buluşma ayarladığını söyledi. Fazla ısrar etmemiş, ilişki falan konusunu açmamış bile. Bu kadar mı abaza olunur lan? Yarın saat 13:30'da evde buluşacaklarmış. Babası zaten hep çalışıyormuş, o vakitte annesi de komşuya gidecekmiş.

1 GÜN SONRA

Sabah erkenden kalktım. Annem ve babamla kahvaltı yaptıktan sonra Murat'ların evinin yolunu tuttum. Elif'le 1 saat önceden Murat'ların evine yakın bir cafede oturup ne yapacağımızı konuştuk. Her detayı anlattım. En önemlisi ise yüzümü görmemesi için kar maskesi takıcak olmamdı. 13:20 gibi cafeden kalkıp Murat'ların binaya gittik. Elif zili çaldı. Murat "Kim o?" dedi. Elif "Elif, benim canım." dedi. Murat dış kapıyı açtı. Asansörle 2. ve 3. kat düğmelerine bastık. Ben 2. katta, Elif ise 3. katta indi. Cebimden çıkardığım kar maskesini taktıktan sonra merdivenleri yavaş yavaş çıktım. Elif, Murat'ların evine girdi. Ben ise evin kapısının yanı başında, Murat kapıyı açtığında görünmeyecek şekilde bekliyordum. Aradan 5 dakika geçti, içerden Elif’in sesi geldi. "Kapı çaldı Murat." dediğini duymuştum. Ardından, Murat sazan gibi atlıyarak "Ben açarım." dedi. Murat kapıyı açtı. Kapının önünde kimseyi göremeyince kafasını dışarıya doğru uzattı. Uzattığı kafasına öyle bir yumruk attımki bayıldı çocuk. Birine ilk defa bu kadar sert yumruk atmıştım. Elif geldi ardından. Kar maskemi çıkardıktan sonra "Hadi Elif, ellerinden tutta taşıyalım şu şerefsizi." dedim. Elif'le beraber Murat'ı asansöre taşıdık. Asansörle aşağıya indikten sonra bir taksiye bindik. "Hastamız var çabuk ol." diyerek Elif’in ev adresini verdik. Elif’in evlerinin önüne geldik. Taksiciye parasını verdikten sonra Murat'ı açık olan dış kapıdan binaya soktuk. Dairenin önüne geldik ve Elif kapıyı açtı. Cevdet abi evde yoktu. Elif bana bakarak "Şimdi ne yapıcaz?" dedi. "En kötüsünü." dedim.

1 GÜN SONRA

"Lan şuna bak şuna, gülmekten konuşamıyorum. Nasılda aciz, savunmasız. Hak etti ama değil mi Halil?" dedim. "Hak etmez mi be kardeşim , az bile." dedi. Elif'e dönüp "Elif sen ne diyorsun?" diye sordum. "Sonuna kadar hak ediyor aşkım." dedi. Ne mi yapmıştım? Onu Dünyaya rezil etmiştim. "Halil televizyonu kapat da şu müdüre ne yapıcağımızı konuşalım." dedim. Televizyonu kapattı ve yanıma geldi. "Fatih sen Murat'ı nasıl bu hale getirdin?" diye sordu ve başladım anlatmaya.

14 SAAT ÖNCE

Elif'lerin evindeydik. "Elif siyah bant var mı?" diye sordum. "Var, dur getireyim." dedi. Aradan 5 dakika geçtiğinde Elif bantı getirmişti. Murat'ın gözlerini siyah bant ile 3 kat bantladım. Ardından Murat'ın donu dahil üstündeki her şeyi çıkardım. Elif "Ne yapıyorsun?" dedi. "Sen karışma lütfen, ben ne yaptığımı biliyorum." dedim. Telefonumla, Murat'ın çıplak fotoğraflarını çekmeye başladım. 10-15 tane fotoğraf çektim. Ardından Elif'ten kağıt kalem istedim getirdi. Kağıda 'BUNU BEN İSTEDİM' yazdım , sonrasında kağıdı Murat'ın gögüs kısmına yapıştırdım. Ardından Elif'e, Cevdet Abiyi arayıp eve çağırmasını söyledim. Elif "Niye babamı çağırıyorum? Çektin işte fotoğrafları yetmedi mi?" dedi. "Yetmedi." dedim. Gözüm dönmüş, yaptıkları gelmişti aklıma. Durduramazdım artık kendimi. Elif'e sarıldım. "Söz veriyorum bu sizden isteyeceğim son şey olacak." dedim. "Peki babamı çağıracamda, ona neden ihtiyacın olacak?" dedi. "Babana değil arabasına ihtiyacım var." dedim. "Neden?" dedi. "Çıplak birini kim arabasına bindirir bulundurur?" dedim. Elif, Cevdet abiyi aradı ve hemen eve gelmesini istedi.

1 SAAT SONRA

Biri zili çaldı. Kapının deliğinden baktım, gelen Cevdet abiydi. Kapıyı açar açmaz "Abi sakin ol, hiç bir şey olmayacak." dedim. "Ne diyorsun oğlum, neyden bahsediyordun sen?" dedi. Ardından içeriye geçtik. Yerde baygın, çıplak şekilde Murat'ı görünce "Bu ne!?" diye bağırdı. "Abi sakin ol,?." dedim. "Ne sakin olucam Fatih ?" deyip kızına döndü. "Elif bana bunu hemen açıkla." dedi. "Baba bana bakma, bu Fatih'in fikriydi." dedi. "Cevdet abi, bu yerde gördüğün varlık şerefsizlerin önde gideni. Kimse anlamıyacak bile ne olduğunu. Eğer bir şey olursa bütün suçu kendi üstüme alacağıma söz veriyorum.' dedim. "Tamam peki, planı ne?" dedi. "Abi ilk başta şu yerdeki halıyla Murat'ı sarmamız gerek. Eğer bu şekilde arabaya götürürsek, gören duyan olur." dedim. Murat'ı sardıktan sonra dışarıya çıkartıp arabananın arka koltuğuna yasladık. Halıyla boşuna sarmıştıj çünkü etrafta kimsecikler yoktu. Hemen halının içindeki Murat'ı çıkardık. Halıyı Cevdet abi eve geri götürdükten sonra yanımıza geldi. Ben arka koltukta , baygın ve çırıl çıplak Murat ile beraber oturuyordum. Elif ise ön koltukta duruyordu. Cevdet abi arabayı çalıştırdı ve "Nereye gidiyoruz?" diye sordu. "Tabii ki de İstanbul'un göbeği Taksim'e." dedim.

1 SAAT SONRA

Arabayla Taksim'e geldik. Etraf çok kalabalıktı. Cevdet abi "Şimdi ne yapıyoruz?" dedi. "Ben bir su alıp geliyorum." diyerek arabadan indim. 1 Litre su alıp geri geldim. Cevdet abi "O suyla ne yapacaksın, herhalde içmek için almadın o suyu." dedi. Şişenin kapağını açtıktan sonra, suyu baygın durumdaki Murat',ın başından aşağıya döktüm. Murat 2-3 dakika içinde kendine geldi. "Ne oluyor?" falan bir şeyler dedi. Ben de o ara arabanın kapısını açtım ve Murat'ı arabadan ittim. Sonra onu dönüp "Cevdet abi hemen bas gaza dikkat çekmeyelim, uzaklaşalım buradan." dedim.

12 SAAT SONRA

"Ee Fatih ondan sonra ne oldu?" dedi. "Ondan sonra Elif'lerin eve geldik. Cevdet abi orada bizi bırakıp evine girdi. Sonra seni aradım ve bizim evde buluşacağımızı söyledim. Elif'le beraber bize yürüdük ve buradayız." dedim. "Fatih var ya yemin ederim senden korkulur ama iyi oldu o şerefsize. Haberlerde dedi ya hani Taksim meydanındaki çıplak kişi dikkatleri üstüne çekti falan diye, soruşturulursa ya seni gördüyse, gördülerse." dedi. "Merak etme benim yüzümü görmedi. Etraftaki işyerlerine, lokantalara yani kısacası kamera olacak yerlere uzak bir yerdeydik. Yakalanmamız imkansız neredeyse imkansız durumda. Zaten elimizde büyük bir koz var. Haberler de her şeyi sansürlü olarak gösterdi. Benim telefonumda 10-15 tane Murat'ın sansürsüz çıplak fotoğrafı var, ötemez rahat ol. Zaten garantilemek için yarın bi Murat'ı tekrar ziyarete gidicem." dedim. Odanın kapısı tıklandı, gelen annemdi. Elinde tepsi vardı, bize çay yapmıştı. Elindeki tepsiyi aldıktan sonra "Sağol anne." dedim. "Ne demek oğlum, arkadaşlarının evine gidersen onlarında annesi ve babası aynı şekilde sana davranır. dedi ve sonra "Gençler başka istediğiniz bir şey varsa çekinmeden söyleyebilirsiniz, ben eşimle oturma odasında olucam." dedi. Annem yanımızdan ayrıldıktan sonra bilgisayarı açtım. Cep telefonumdaki fotoğrafları bilgisayara aktardım. Elif "Ben kalkayım artık" dedi. Halil de aynı şekil de "Ben de gideyim." dedi. Üstüme montumu aldıktan sonra "Baba ben Elif’i evine bırakıcam." dedim. Halil'le beraber Elif’i evine bıraktık. Kapıda karşılastığım Cevdet abiye "Eyvallah abi, hakkını nasıl ödücem ben senin?" dedim. "Ne demek oğlum." dedi. Elif’ide yanagından öptükten sonra Halil'le beraber binadan çıkıp yürümeye başladık. Halil "Fatih şimdi ne yapmayı düşünüyorsun? dedi. "Artık herşey bitiyor Halil, sona, mutluluğa yaklaşıyorum. İyi bir hayata yaklaşıyorum. Son olarak intikam alacağım müdür kaldı." dedim. "Ona ne yapıcaksın?" diye sordu. "Şerefini iki paralık edip mutluluğunu bitiricem, hayatını bitiricem. Arkamda mısın?" dedim. "Sonuna kadar arkandayım, ne yapıyoruz ve ne zaman yapıyoruz?" dedi. "Müdürün evine girip harddiskin şifresini bulmam lazım." dedim. "Ne zaman yapacaksın, ne zaman bitecek bu çilen" dedi. "Yarın her şey bitiyor." dedim...

Halil'e "Yarın işim düşerse belki seni ararım." dedim. "Hiç çekinme kardeşim." dedi. Yanından ayrıldıktan sonra eve gittim. Duş aldım ve yatağima uzandım. Bitiyordu yakında. Mutlu günler, mutlu yarınlar beni bekliyordu. Sabah kalktım. Annem ve babamla kahvaltı yaptıktan sonra dışarı çıktım. Boş bir DVD aldıktan sonra eve geldim. Odama çıktım ve bilgisayarı açtım. Murat'ın çıplak fotoğraflarını DVD'ye attım. Sonra Elif’i arayıp "Murat seni aradı mı, mesaj falan attı mı?" diye sordum. "Aşkım çocuğu öyle bir korkutmuşsun ki, telefonu bile kapalı. Denemek için babamın telefonunu alıp gizli numaradan aramayı ayarladım. Murat'ı aradım ama telefonu kapalıydı." dedi. "Tamam ben şimdi işi garantiye almak için Murat'lara gidiyorum." dedim. "Tamam aşkım, dikkat et." dedi ve telefonu kapattı. Murat'ların binasının önüne gittim ve zillerini çaldım. Bir kadın "Kim o?" diye cevap verdi. Sesinden anlaşıldığım kadarıyla bu Murat'ın annesiydi. "Postacı." dedim. Kapıyı açtı ve binadan içeriye girdim. Asansöre bindim ve Murat'ların evinin bulunduğu kata çıktım. Kapıları açıktı ve Murat'ın annesi oradaydı. Beni gördüğünde "Postacı nerede oğlum?" dedi. "O bir alt kata gelmiş teyze." dedim. "Oğlum ben seni hatırladım, sen Taner degil misin?" dedi. "Evet abla, oğlunuz evde mi?" dedim. "Evet evde ama morali biraz bozuk." dedi. Neslihan teyze bilmiyordu ne olduğunu. Oğlunun ne hallere düştüğünü, sokağa dahi çıkacak yüzü olmadığını, artık hayatını utanarak geçireceğini bilmiyordu. "Çağırır mısın teyze, tanışmak istiyorum oğlunuzla." dedim. "Murat, oğlum." diye bağırdı. Karşılık gelmeyince Neslihan teyze içeriye doğru, yanına gitti. Kısık olsada Murat'tan şunları duyabildim. "Kimseyle görüşmek istemiyorum, rahat bırak beni anne." falan dedi. Ardından annesi kapının önüne, tekrar yanıma geldi. "Oğlum sen istersen içeriye gel." dedi. İçeriye girdim. Bu arada DVD'yi montumun cebinde saklıyordum. Murat'ın odasına ilerledim ve oraya geldiğimde beni görür görmez gözleri bir anda normalinden daha fazla açıldı. Neslihan teyze Murat'a "Oğlum Taner seninle tanışmak istiyormuş." dedi. Elimi uzatarak "Merhaba ben Taner." dedim. O da titreye titreye elini uzattı. Sanırım benim yaptığımı anlamıştı. "Ben de Murat memnun oldum." dedi. Annesi "Oğlum ben sizi yalnız bırakayım. Taner oğlum bir şey istiyor musun?' dedi. "Bir soğuk su getirirsen iyi olur teyze." dedim. İstediğimi yerine getirdikten sonra yanımızdan ayrıldı. "Ya Murat bey, benimle ugraşmak neymiş anladın mı?" dedim. "Sen, o sendin. Biliyordum." dedi korku dolu bir ifadeyle. "Ya bendim o." dedim. Elimle yüzüne dokunup yanak aldım ve "Bundan böyle adam olacaksın, öyle beni savunmasız bulup dövmek kolaydı. Her şey güçlü kalıplı olmak değildir gerizekalı." dedim. Montumun cebinden DVD'yi çıkardım ve Murat'a verdim. "Evet ben yaptım, açık açık itiraf ediyorum. Bu DVD'de sansürsüz şekilde çıplak fotoğrafların var. Polis'e felan şikayet etmeye çalışma, fotoğrafların yedeğini aldım. Bu sefer o küçük bamyanı bütün dünya görür." dedim. Tam kalkıyodum bardağı ona uzattım ve "Şu soğuk su da elimde kaldı, sen içersin artık." dedim. Tek laf edemedi. Murat defteri kapanmıştı artık. "Neslihan teyze ben gideyim artık." dedim. "Yeni geldin oğlum nereye?" dedi. "Yok teyze ben gideyim , iyi günler." dedim. Binadan çıktım, bir bankta oturdum ve Halil’i arayıp "Kardeşim buluşalım." dedim. Adresi verdim ve yarım saat içinde yanıma geldi. Elif’i bu işe bulaştırmayacaktım. Halil'le ikimiz halledicektik bu sorunu. "Şimdi ilk başta, şu müdürün evini bulmalıyız." dedim. Anlaştık ve hemen okula gidip çıkış saatini beklemeye başladık. Halil ve Elif bu günlerde benim yüzümden okula gidememişti. Laf arasında "Halil okulu da benim yüzümden astın." dedim. "Ayıp ediyon ama Fatih." dedi. "Tamam tamam bir şey demedim ama bu yaptıklarını asla ve asla unutmucam." dedim. "Sen kafana takma kardeşim, aynı şeyin benim başıma gelse sen okulu asmaz mıydın?" dedi. "19 gün devamsızlığım olsa ve bugün gitmezsem atılacağımı bileyim, yine de okulu asıp gelirim seninle." dedim.

2 SAAT SONRA

Halil'le baya sohbet ettik. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştık. En sonunda okuldan şerefsiz müdür çıkıyordu, ve baktık kapıdan çıkıyor, takip etmeye başladık. Elinde siyah bir çanta vardı. Arabası yoktu ya da vardı biz bilmiyorduk. Çünkü okula araba ile gelmezdi. 20 dakika kadar yürüdük. Müdür en az 5 yıl önce inşa edilmiş binanın kapısının önünde durdu. Cebinden anahtarı çıkardı, dış kapıyı açtı ve içeriye girdi. Binanın yerini öğrenmiştik ama içeriye nasıl girecektik. Diyelim ki binanın içine girmeyi başardık, müdürün evine nasıl girecektik diye düşünmeye başladım. Halil "Benim aklıma bir fikir geldi, belki işe yarar." dedi. Ne diye sordum. "Eğer müdür dairesinin kapısını kilitlemezse, benim bildiğim yöntem var, bir arkadaş öğretmişti, o şekilde açabiliriz belki. Ankesörlü telefon kartı ile kapıları açabiliyorum." dedi. "Mükemmel bir plan ama ilk başta müdür kaçıncı katta oturuyor onu öğrenmemiz lazım. Şu an içeriye bir şekilde zilleri çalıp girebiliriz diye düşünüyorum fakat müdür binada. Ona yakalanırsak her şey biter. Yarını bekleyip hazırlıklı olarak buraya gelmeliyiz. Müdür binadan çıktığında içeriye gireriz." dedim. "Tamam." dedi ve ardından evlere dağıldık. Eve gidip akşam yemeğini yedim ve ardından sabah erken uyanmak için yattım. Sabah kalktım ve hemen Halil’i aradım. Halil benden önce uyanmıştı. "Kahvaltı yapalım." dedim. Kahvaltı yapacağımız yeri söyleyip telefonu kapattım. Annem uyanmıştı. Ona bugün kahvaltıyı dışarıda yapacağımı söyledim. "Tamam oğlum, nasıl istiyorsan o şekil de yap." dedi. Üstümü giyip dışarı çıktım ve Halil'le buluşacağımız yere gittim. Halil 5 dakika içinde geldi. Kahvaltı yaptıktan sonra müdürün oturduğu binanın yakınına gittik. Sonraysa binadan çıkmasını beklemeye başladık. 15 dakika sonra binanın kapısı açıldı. Binadan 2 kişi çıktı biri müdür, diğeri ise başka bir adamdı. Tanımıyordum. Müdür oradan ayrıldıktan sonra binanın kapısının önüne gittik. Şansımız yaver gitmişti ve dış kapı açıktı. Binadan içeri girdik ve giriş kattaki zili çaldık. Kapıyı 40 yaşlarda bir adam açtı. "Pardon sabah sabah rahatsız ediyoruz ama bu binada bir okul müdürü var, tanıyor musunuz?" dedim. "Tanımam mı o şerefsizi?" dedi. "Anlamadım abi, neden öyle söylediniz?" sorusunu yönelttim. "Bina yöneticisi o, milletten para araklıyor. Geçen ay binayı yaptıracam diye daire başı 50 lira topladı. Neyi yaptırdığını dahi bilmiyoruz ama yakında toplantı olacak o zaman sorucam hesabını." dedi. "Tamam abi kaçıncı katta oturuyor?" diye sordum. "3. Katta." dedi. "Sağol abi." dememden sonra kapıyı kapattı. İyice öfkem artmıştı, iyice sinir olmuştum bu adama. Merdivenlerden 3. kata çıktık. Zaten bina 3 katlıydı ve asansör yoktu. Halil yanında getirdiği kartla kapıyı açmaya çalıştı. "Tak" diye bir ses geldi ve kapı açıldı. "Oha, gerçekten helal olsun." dedim. "Şimdi ne yapıyoruz?" dedi Halil. "Sen aşağıda dur, ne olur ne olmaz. Bir gözcü lazım." diye cevap verdim. "Tamam, kulağın kapıda olsun." dedi ve aşağıya indi. Sonra eve adım attım ve kapıyı kapattım. Beni, uzun fakat ince bir koridor karşılamıştı. Koridorun sağında ve solunda oda vardı. En dipte mutfak, yanında ise banyo bulunuyordu. Sağdaki odaya baktım bir tane yatak odası takımı ve dolap vardı. O odadan çıktım. Çünkü şifreyi bu odada bulamazdım. Herhalde bir kağıda şifreyi yazıp yatağın altına saklamamıştır diye düşünmüştüm. Soldaki odaya gittim. Odada çalışma masası ve üstünde bilgisayar vardı. Ayrıyeten odada koltuk ve televizyon bulunuyordu. Evin oturma odası burasıydı. Bilgisayara yöneldim. Monitörün çerçevelerine kağıtlar yapıştırılmıştı. Bunlara tek tek bakmaya başladım. Birinde buluşma saati yazıyodu. Bir diğerinde tarih belirtilerek "Unutma" notu düşülmüştü. Büyük küçük harflerden ve ayrıyeten sayılardan oluşan kağıt gözüme çarptı. bir de üstünde hesaplarım yazıyordu. Şerefsiz müdür bütün sosyal medya hesaplarına aynı şifreyle giriyordu sanırım. Bunu aklında tutması zordu çünkü şifre 14 haneliydi. Başka kağıda geçtim ve üzerinde "HDD" yazdığını gördüm. Evet sonunda bulmuştum. Hesaplarınkiyle beraber HDD'nin şifresinin bulunduğu kağıtları yerinden koparıp aldım ve tam odadan dışarı çıkıyordum ki evin kapısı çok sertçe yumruklanmaya başladı. Süratle oraya gelip kapıyı araladım. Halil'di ve çok telaşlı bir şekilde "Fatih hemen saklan müdür geliyor." dedi. "Seni gördü mü?" cümlesi çıktı ağzımdan hızla. "Yok beni görmedi, hadi hemen saklanalım." dedi. Halil mutfağa gitti saklanmaya. Bense evin kapısını kapatıp yatak odasındaki dolaba saklandım. Dolapta beklerken müdürün küfür ettiğini duydum. "Lan şerefsiz biraz yavaş sürsen ne olacak, hep üstümü başımı çamur yaptın." demişti. Yatak odasına geldi ve pis olan üstünü çıkardı. Saklandığım dolaba doğru yaklaştı ve dolabı açtı...

Dolabı açar açmaz suratına tekmeyi geçirdim. Geriye doğru savruldu ve yere düştü. Dolaptan çıktım ve evin kapısına doğru koşmaya başladım. Bu sırada müdür durmadan küfür ediyor ve beni takip ediyordu. Evin kapısından çıkıp merdivenlerden aşagıya iniyordum ki şerefsiz müdür beni itti. Merdivenlerden yuvarlana yuvarlana 2. kata geldim. Her tarafım ağrıyordu. Müdür yanıma küfür ede ede geldi ve karnıma tekme atmaya başladı. Müdür tekme atarken ayağından tuttum fakat bana göre çok güçlüydü. Ayağını sağa sola savrurarak ellerimin arasından kurtarmayı başardı. Ardından çok sert biçimde karnıma doğru bir tekme daha attı. Ben tabi nefessiz kaldım. Baktım aşağıdan biri geliyor, "Bu ne ses" diye söylenip. Bu giriş katta oturan adamdı. Müdür "Sen karışma, defol git evine." derken "Lannnnnn!" diye bağırma geldi. Halil müdürün beline doğru merdivenlerden zıplayarak uçan tekme attı. Tekmenin etkisiyle müdür yere düştü. Halil’in de yardımıyla ayağa kalktım ve hızlı hızlı merdivenleri inmeye başladım. Bu sıra da müdürün küfürleri apartmanda yankılanıyordu. Dış kapıdan çıktık ve koşmaya başladık. Aralıksız 10 dakika koştuk. Nefes nefese kaldık ama müdüre izimizi kaybettirmiştik. Hemen bir taksiye binip Elif'lerin evine gittik ve taksiciye beklemesini söyledik. Elif’i de aldıktan sonra bizim eve geldik. Hemen bilgisayarı açtım, cebimden şifrenin yazılı oldugu kağıdı çıkarttım ve şifreli dosyaya tıkladım. Şifreyi yazdıktan sonra "Hadi işe yarasın lütfen." diyerek entere bastım ve şifreyi kabul etti. Halil’e ve Elif’e sarıldım. Bitiyordu her şey. Müdürden de intikamı alıyordum sonunda. Ben dayak yerken bana yardım etmeyip camdan güldüğü o an geldi aklıma. Yine durup dururken sinirlenmiştim. Vicdanım rahattı ve yapacaklarımı hak etmişti. Elif kamera kayıtlarını görmesin diye "Elif sen istersen dışarıda bekle." dedim. "Tamam." dedi ve dışarı çıktı. Halil "Fatih çok merak ediyorum şu müdürle Elif’i basınca ne tepki verdiler diye. Ona bakalım lütfen." dedi. O günün tarihinin yazılı olduğu dosyayı buldum ve kaydı açtım. Biraz ileri sardım ve o anları izlettirdim Halil’e. Saklandığım dolaptan çıkınca müdürün nasıl mal mal baktıgını gösterdim. Elif’in onu o şekilde gördüğümde suratından akan pişmanlığını gösterdim, müdürün yaptıgı şerefsizliği gösterdim, Elif’in yaptığı hatayı gösterdim. "Vallahi oha." dedi ve devam etti. "Sen söylediğinde zor inanmıştım ama abi bu nedir? Elif not için bunu nasıl yapar?" dedi. "Halil bak kardeşim ben seni severim bilirsin. Şu an itibariyle Elif’i hayatımdan silebilirim. Ne yapalım sence?" dedim.

20 YIL SONRA

"Cihat hadi oğlum kahvaltı yapıyoruz." dedim. "Tamam baba geliyorum." dedi oğlum. Sonra "Elif canım sen çayları koysana, Halil’i de aradım oda gelicek kahvaltıya." dedim. "Tamam canım ben Bilge'ye bir bakayım, bakalım kızımız uyumuşmu."

5 DAKİKA SONRA

Ding Dong! "Oo Halil kardeşim hoş geldin. Buyur geç içeriye." dedim. "Fatih var ya kurt gibi açım, yengenin işi bugün zor." dedi. "Lafı mı olur kardeşim, hiç çekinme, hayvan gibi yiyebilirsin." dedim gülerek. "Ayıp oluyor ama." deyince "Şaka yapıyorum be. Neyse hadi sofraya oturalım." dedim. "Halil hoş geldin." dedi Elif. "Hoş bulduk yenge." dedi. Oğlum Cihat "Halill abim gelmişş." dedi. "Oo gel bakayım ufaklık." diye karşılık verip başını okşadı ve sonra "Bilge uyudu mu abisi?" dedi. Cihat "Uyudu Halil abi." dedi. Ben Halil'e "Kahvaltı yapalımda bugün ziyarete gidelim bi." dedim. "Bugün dü değil mi o, tabii gideriz." dedi.

20 DAKİKA SONRA

Kahvaltımızı yaptıktan sonra dışarı çıktık. Elif başörtüsünü takmış ve bebek arabasıyla Bilge'yi götürüyordu. Halil ise oğlum Cihat'ın elinden tutuyordu. Müdüre ne olmuştu peki? O gün ailecek mahkemeye gidip müdürü şikayet ettik. Elimizde ki kanıt müdürün işinden atılmasına ve 5 sene hapis cezasına çarptırılmasını sağladı. Hapishaneden çıktıktan sonra ne oldu bilmiyorum. Murat ve yanındaki çocukları da hiç görmedim. Murat da hiç ötmedi zaten ötemezdi de. Elif’e ne oldu derseniz, evlendik. Halil bana, "Kardeşim eğer Elif namazını kılarsa, başını kapatırsa onunla ilişkini devam ettir. Yeni bir başlangıç yapsın hayata." dedi. Durumu Elif'e anlattım ve o bunu kabul etti. Zaten kendisi de kapanmayı düşünüyormuş. Ben ise açıktan liseyi bitirdim. Kıytırıktan bir üniversite tutturdum ama öğretmen olmayı başardım. Halil’e ne oldu peki? O da beni hiç yalnız bırakmadı. Hatta nikah şahidimiz bile oydu. Anneme ve babama ne oldu peki? Biz de şimdi onları ziyarete, görmeye gidiyorduk.Daha doğrususu koklamaya, topraklarını koklamaya. İkisi de ben üniversite 3. sınıftayken bir araba kazasında hayatlarını kaybettiler. Ölüm bu kadar kolay mıydı, o kadar ani olmuştu ki her şey. Ama isimlerini her zaman duyuyorum. Çünkü babamın ismini oğluma, annemin ismini ise kızıma verdim. Keşke görebilselerdi bu günleri, keşke benim adam olduğumu görebilselerdi. Olmadı, neyse uzatmayayım, gözlerim doluyor sonra. Neler yaşadım ben, neler çektim, hapishaneye girdim, hayvan gibi dayak yedim, öldüresiye dövüldüm, bıçaklandım ve okuldan atıldım, ama ben, intikamımı aldım. Haktan ErdoğanSundu. Kitabımı okuduğun için çok teşekkür ederim, iyi ki varsın. Eğer yorum yapmak istersen, MENÜ aracılığı ile, şimdilik, Google Play üzerinden yorum yapabilir, ayrıca kitaplarımı paylaşabilirsin. 7/24 bana ulaşmak için üstteki seçenekleri kullanabilirsin. İyi ki buradasın ve umarım güzel vakit geçirmişsindir. Kendine iyi bak.