Satın Al
Takip et
Bu kitabı, nasıl bir ortamda, hangi tarihde okuduğunuz bilinmez fakat birileri 2020 yılında düğmeye bu sefer gerçekten bastı.
İnsanlığın başına birçok olay geldi. İnsanlık birçok olay yaşadı. Bu olaylar sayısız komplo teorilerininin düşünülmesini tetikledi. İşte bu tetiklenen bütün komplo teorilerinin düşünceden gerçeğe dönüşüp yaşanıldığı bir yıl 2020.
"Üstün görme" konusu altında inceleyip, "nereye gidiyoruz" sorusuna genel olarak cevap arayacak ve yaşananlar ile yaşanmayanları birleştirerek yazıcam. Yani kurgu ve gerçegi birleştirip anlatıcam size. TÜRKİYE zaten hep 2020 yılını yaşadığı için Dünya'ya odaklanarak anlatıcam. Şimdiden keyifli dakikalar.
2020 Yılın da ortadoğu ortadoğu olmaya devam ederken, ABD dünyanın lideri benim düşüncesin de devam ederken, ABD ve ÇİN arasında "ticaret" adı altında yeni lider benim tartışması yaşanırken, kısacası dünyada "olağan dışı" herhangi bir sorun yokken bir anda 3 Ocak 2020'de ABD'nin İranlı Komutan Kasım Süleymani'ye suikast düzenlemesiyle dünyanın bütün gündemi değişti.
Detaylara girmicem zaten konuyu araştırıp bulabilirsiniz. Bu konunun bu kadar gündem olmasının sebebi ABD'nin öldürttüğü komutanın yani Kasim Süleymaninin İran için bir Genel Kurmay Başkanı seviyesinde olması ve halk tarafından çok sevilmesiydi. Bu gerginligin geçmişi vardı fakat bana göre düğmeye basılma anı, 2020'nin nasıl geçecegini gösteren bir detaydı.
Bu olaydan sonra İran'ın ABD'yi tehdit etmesi, bazı üstleri vurması ve 80 ABD'li terörist öldürüldü demesi ile bütün dünya da korku başladı. Kitabın başın da söyledigim ve herşeyin başlangıcı olan o korkunun sebebi şuydu ;
"Üstün görme"
Yapılan seçimlerin nelere yol açabilecegini sorgulamaya başladı insanlar. Kusursuz ya da neredeyse kusursuz şekilde düşüncelerimize uyan insanları sözde demokrasi ile başımıza getirdik. Hata yaptığımızı anladık fakat artık çok geçti . . . .
Bilenler bilir ABD Başkanının ünlü bir çantası vardır. Başkanın önünde "istediği yere, istediği zamanda" gönderecebilecegi bir nükleer füze sistemi bulunur.
Yani bir ülkeyi yok edebilecek bombayı kontrol eden sistemi ne düşündüğünü, ne yapacagını bilmedigimiz birinin 2 dudagı arasına bıraktık. O yetkiyi alan insanın "Yarın ölücem. Bugün gideyim şu ülkeyi vurayım" kafasında hareket etmeyecegini hiçbir zaman bilemedik.
Tabi bu çantada ki sistem direk şu tuşa basayım tak diye anında göndereyim mantığıyla işlemiyordur büyük ihtimal fakat bu mantıkla işleyenide var ; Kuzey Kore.
Bu konuya girmicem çünkü bu kitabı yazma amacım herhangi bir ülkenin, kişinin ya da kişilerin "Canım sıkıldı, zaten şu ülkeye de uyuzum" mantığıyla bir ülkeyi yok etmesini istemeyi konu almak değil. Bu kitabı yazma amacım bu kişilerin düşüncesinde olanların topluluk halinde düğmeye basmasını anlatmak.
Üstün görme var evet. Kendini üstün görerek biz diğer insanlardan daha güçlüyüz, biz iş veriyoruz ki milletin parası var" mantığıyla hareket edilerek kendisinden alt kesimdekileri yok edip dünyanın sözde gerçek sahipleriyle yaşam sürme merakı olabilir. O kadar güç yanın da ego, kibir getirmiş ve bunun sonucunda da böyle bir karar alınmış olabilir.
Asıl soru neden şimdi ? Neden 10 yıl önce değil de bugün ? Çok klişe fakat "kaynaklar bitiyor" mantığıyla mı ?
İşte bu sorunun cevabı "Bilinmezlik.”
Birçok sebebi olabilir. Dünyanın nüfusu şu ankinden 10 kat daha fazla olsaydı kaynaklar yeter miydi ? İşte o ana gelinmesin diye bu karar alınmış olabilir.
Uzun yıllar boyunca alınan kararların artık uygulanmaya başlanmasının önünde hiçbir engel kalmamış olabilir. Bu kararları almanın sebebi de sadece dünyanın gerçek sahiplerinin kendilerinin olduğuna inanmaları olabilir.
Çok örnek sayabilirim fakat bu kararları alanlar kimler ? Bunu nasıl planladılar ?
Her komplo teorisinde adı geçen Rotschild ailesi mi ? İsrail mi ? ABD mi ? Rusya mı ?
Bu sorunun tam cevabı bence şu ; Hepsi.
Karar ne mi ?
Haktan Erdoğan Sunar.
2019'dan 2020'e geçerken öyle bir yıl geliyordu ki bütün dünyanın düzeni değişecek, kaos tam anlamıyla yaşanacaktı. Birilerinin yeni bir şeyler denediği, dünyayı kendi istediklerine göre dizayn etmeye başladıkları 2020'nin ilk günlerinden belli olmaya başlamıştı.
Herşey hazırdı. Toplantılar yapılmış, ülkelerin en güçlü kişi ya da kişileri yani zarar görmeyecek olanlar en önceden belirlenmişti. Sesini çıkaranlar ya da çıkartma ihtimali olanlar yani 2020'de olacakları en önceden bilenler yok edilmişti. Kimisi tehdit edilmiş, kimisi öldürülmüş, kimisi hapise yollanmıştı. Doğru yolda giden yay yoldan çıkmıştı. Yani herşey hazırdı ve düğmeye basıldı.
Kontrolden çıkan dünya, sözü geçen güçlü kişiler için sorun olmaya başladı ve amaç, dikkat çekmeden, hiçbir şeyden hiç kimsenin haberi yokmuş gibi nüfüs azaltmaktı.
31 Aralık 2019'da 2020'nin fragmanını gösterecek bir haber yayılmaya başladı. Çin'in Wuhan kentinde daha önce tarihte görülmemiş bir virüse rastlanıldığı haberlere düştü. Virüsün bulaştığı kişi sayısı çok azdı ve o gün için bu virüs çok fazla konuşulmadı.
3 Ocak 2020 Tarihin de ABD - İran arasında başlayan gerginlik 8 Ocak'ta İran'ın "80 ABD'li Terörist öldürdük" konuşmasıyla dünyanın tek gündemi haline geldi. Ülkelerin elinde bulunan bir ülkeyi yok etme gücünde olan bombalar insanlar da korku yarattı. Aslında İran ve ABD'de de ki güçlü kişiler en başta anlaşmıştı. Burada ki amaç dünyayı kaosa sürükleyecek 2020 yılı için alt yapı hazırlamaktı, o korkuyu hissetirmekti.
Her ülkenin en güçlü kişileri kendi içinde anlaşma yapmıştı. Bu kişiler kendi halkına kaosu yaşatacak, halkta infial yaratacak olaylar oluşturacaktı. Bütün ülkelerde ki en güçlü kişiler diğer ülkelerde ki en güçlü kişiler ile anlaşma yaptığı için birbirlerinden destek de alacaklardı. Yani kaosu tüm dünyaya anlaşmalı olarak yayacaklardı.
Plan aşama aşama uygulanacaktı. İnsanların en saf duyguları kullanılarak yavaş yavaş sinir dozu yükseltilecek, bu bir patlama noktasına gelecek ve sonra "müdahale" adı altında nüfus azaltımı yapılacaktı. Böylelikle plan başarıyla ulaşacaktı.
Planın ilk aşaması tüm dünyayı etkileyecek büyük haber sayılacak bir haber uçurmaktı ve bu haber 8 Ocak günü ABD - İran gerginliğin de İran'ın "80 ABD'li terörist öldürdük" açıklamasından çok kısa süre sonra geldi. Ukrayna Havayolları'nın Boeing 737 Tipi uçağı düştü ve uçakta bulunan 176 kişinin tamamı hayatını kaybetti.
Bütün dünya da üzüntüyle karşılaşılan bu haberin sebebinin ABD - İran gerginliğinin üzerine gelmesi üzüntüyü korkuya çevirdi. Çünkü uçak İran'da düşmüştü ve uçağın düşmesinin sebebinin ABD olmasının muhtemel olduğu düşünüldü. Ardından İran'dan gelen "ABD'nin füzesi sandık" açıklaması bütün olacak olayların, anlaşmaların itirafı gibiydi. 176 Kişiyi tek cümleye sığdırmışlardı. Yeni düzeni tamamen kabul etmiş ve gözleri dönmüştü.
2020 daha başlamamıştı bile. Bunlar kaos yılı 2020'yi inşa etmede kullanılan betonlar gibiydi.
Halk, ABD ve İran arasın da ne olacak diye düşünürken, Çin'de görülen virüsün yayılmaya başladığı haberi geldi. Virüsün yayıldığı haberi önce haber sitelerin de yavaş yavaş duyulmaya başlandı, daha sonra televizyon kanalların da kendine yer buldu.
Saatler geçtikçe virüsle ilgili gelen bilgiler artıyordu. Twitter'da konu ile alakalı atılan yorumların sayısı her an gittikçe fazlalaşıyordu. Forumlarda açılan konu başlıkları, insanların yavaş yavaş 2020'nin nasıl bir yıl olacağını hissetmelerinin önünü açmıştı.
Virüs "tam olarak" önemli bir hale gelmemişken Avusturalya'da Eylül 2019'dan beri devam eden yangının şiddetinin arttığı haberi geldi. Biri meşaleyi çok önceden yakmıştı ve 2020'de o meşale tüm dünyayı yakacaktı.
Çin de ki virüsün arka plan da kaldığı, daha çok Avusturalya'da ki yangının konuşulduğu günlerdeydik. Gelen haberler çok kötüydü çünkü milyonlarca hayvanın öldüğü, bir çok kişinin evsiz kaldığı haberleri gelmeye başlamıştı. Sosyal medya dan yayılan o bölgeden görüntüler insanlara Ukraynada ki uçağın düşmesinden sonra ikinci darbeyi vurmuştu.
Mutsuzluk ve kaos yavaş yavaş kendini belirtiyordu. Ülkelerden gönderilen Avusturalya yangını için yardım kampanyaları da işe yaramamıştı. Müdahale edemeden koskoca ormanın yok oluşunu izliyorduk.
TÜRKİYE'de her zaman ki mutsuzluk hakimdi. 2020 Yılın da bu mutsuzluk arşa çıkmaya başlamıştı.
24 Ocak akşamı 37 kişinin Elazığ’da, dördünün Malatya’da olmak üzere 41 kişinin hayatını kaybettiği, 1607 kişinin de yaralandığı Elazığ merkezli 6, 8 büyüklüğünde ki deprem ile 2020 merhaba dedi.
26 Ocak günü dünyaca ünlü NBA oyuncusu Kobe Bryant'ın ve kızının ölmesiyle dünyaya tekrardan "bu yıl mutsuz olacaksınız" mesajı geldi.
Herşey üstüste geliyordu ve bu üst üste gelmesini birileri fırsat bildi. Birileri kaos istiyordu. Birileri tamamen düzeni sonlandırmak, kendi egoları ve kibirleriyle dünyanın hakimi olmak, insanları mutsuzluğa odaklamak istiyordu. İnsanların mutlu olmasını engellemek istiyorlardı ve düğmeye basmışlardı.
3 Şubat 2020 tarihin de Rusya destekli Suriye Rejim ordusu 8 Kahraman Askerimizi ŞEHİT etti , 13 Askerimizi de yaraladı.
Bu haberin ardından 4 Şubat 2020'de düşen çığ için 5 Şubat 2020'de arama kurtarma ekibinin gittigi bölge de 2. çığ haberinin gelmesi ve toplam da 41 kişinin hayatını kaybetmesiyle TÜRKİYE 2020 yılının fragmanını izlemeye başlamıştı.
Kötü haberler geliyordu ve durmuyordu. 2020 tam anlamıyla felaket olarak başlamıştı ve tüm dünya 2020'nin böyle bir yıl olduğunu yavaş yavaş kabulleniyordu.
Çok nadir olan olaylar olmaya başlamıştı. Sabiha Gökçen havalimanın da uçağın pistten çıkması ile 3 kişinin ölüp 180 kişinin yaralanması, 6, 8'lik Elazığ depreminden sonra gelen 5, 4'lük Manisa depremi ile TÜRKİYE'de mutsuzluk tek odak noktası olmaya başladı.
2020 felaketlere açılan bir kapı gibiydi. Bu kapının yavaş yavaş açılmasıyla içeride neler olduğunu görüyorduk.
Çinde ki virüsün iyice yayılması ve artık adının "Wuhan Virüsü" olması ile dünyanın yavaş yavaş gündemi haline gelmeye başladı. Artık bir virüs gerçeği vardı ve yayılıyordu fakat Dünya Sağlık Örgütünün konuya normal bir virüs olarak bakması insanlar da bir rahatlık yarattı.
TÜRKİYE'de hiçbir zaman rahatlık yoktu. En rahat gözükenin bile, en mutlu gözükenin bile ülkenin bulunduğu coğrafyadan dolayı moralsiz ve mutsuz olması kaçınılmazdı.
10 Şubat 2020'de İdlib'te 4 Kahraman Askerimizin ŞEHİT oldu.
Mutsuzluktan kaçamıyorduk. Karanlık günler 2020'de tüm dünyanın üzerine çökmüştü ve bu daha başlangıçtı.
Günler geçtikce Wuhan Virüsü kontrolden çıkmaya başladı. Önce Çin'in Wuhan Kentinden diğer şehirlere sıçradı, daha sonra diğer ülkeler de vakalar tespit edilmeye başlandı. Ülkelerden açıklamalar geliyordu ve durumun ciddiyeti çok kısa sürede anlaşıldı.
Virüs inanılmaz bir hızda yayılıyordu. Çin, virüsü kontrol altına almak için önlemler almaya başladı. Önce sosyal mesafeye önem verilmesi gerektiğinin altını çizildi. Sonra eğlence mekanları kapandı.
Wuhan Virüsünün nasıl ortaya çıktığı sorusu soruluyordu ve bu sorular "Yarasa" ya döndürdü okları. Çin, virüsün çıktığı iddaa edilen pazarı kapattırdı fakat artık virüs yayılmaya başlamıştı.
Liderler açıklama yapmaya başlamış, bir çok ülke giriş-çıkışları kapatmaya hazırlanmıştı.
İnsanlar ölüyordu.”Biz de ölecek miyiz ?" korkusuyla insanlar sorgulamaya başladı. Bu sorgu daha sonra "Bilerek gizleniyor mu bizden sayılar ?" sorusunu sordurttu.
TÜRKİYE virüsü düşünme aşamasına geçememişti. Kötü haberler gelmeye devam ediyordu.
20 Şubat'ta 2, 22 Şubat'ta 1, 26 Şubat'ta 2 Kahraman Askerimiz daha ŞEHİT oldu.
TÜRKİYE'de neredeyse her gün mutsuz olunacak bir neden bulunuyordu. Neredeyse her gün bir önce ki günü aratır vaziyete gelmişti.
27 Şubat'ta 33 Kahraman Askerimizin ŞEHİT olması ile, ülkece mutlu olacağımız günlerin geleceğini düşünmemizi istemeyenler tarafından TÜRKİYE'de hayat tamamen durduruldu.
Ülkeyi yönetenler yüzünden de acımıza acı ekleniyordu. Sorunların çözümünü konuşmak yerine birilerinin kuklalılığını yaparak ya da yanlış yönetimden sorun devam ediyordu. [Kişisel görüştür]
28 Şubat Günü önce ki gün 33 Kahraman Askerimizin ŞEHİT olması ile birlikte borsa %10 değer kaybetti ve aynı gün 1 Kahraman Askerimiz daha ŞEHİT oldu.
Acı günler bitmiyordu. Şubat ayında 54 Askerimiz ŞEHİT olmuştu ve 2020 bütün dünyayı etkisine almış felaketleri, kötü olayları getirmişti. İnsanlığı mutsuzluğa zorunlu kılmıştı.
Daha sonra Wuhan virüsüne "Corona Virüs" denilmeye başlandı. Kod adı Covid 19 olan virüs için ülkeler açıklamalar yapıyordu. ABD başkanı Donald Trump'ın virüsü takmayarak konuşması ve ABD'nin yolundan giden Dünya Sağlık örgütünün virüs yayıldıktan çok sonra, 11 Mart 2020 Tarihin de, Corona Virüs için pandemi ilan etmesi itiraftı aslında.
Birileri bir şeyler planlamıştı. Herşey istedikleri gibi gidiyordu. Bütün dünya ya "istediğimiz an sizi yok edebiliriz" mesajı yaymışlardı.
11 Mart tarihi itibariyle Dünya Sağlık Örgütü tarafından Corona virüsü için pandemi ilan edildiği gün, TÜRKİYE'de ilk Corona Virüs vakası ortaya çıktı. Sağlık bakanının sakin olun tavrında açıklama yapması sadece fırtına öncesi sessizlikti.
Çin'in virüsü kontrol altına almak için sokağa çıkma yasağı ilan etmesi ve bu yasaktan sonra insanları eve hapsetmek için çivi ve çekiçle evin etrafını kapatması virüsün ne boyutlara ulaştığını gösteriyordu.
Sosyal Medya'da "virüse kapıldığı iddaa edilen" kişilerin videoları dönmeye başlamıştı. Korkunun ve stresin dozu git gide artıyordu.
Çin'in sert önlemleri işe yaramaya başlamıştı. Vaka sayısında gerilerden gelen İtalya bir anda kendini ikinci sırada buldu. Günler geçtikçe istatistiksel olarak ölüm oranın da Çin'i geçen İtalya daha sonra vaka sayısında da Çin'i geçti.
TÜRKİYE'de ise vaka sayısı her gün 2 kat artmaya başladı. Önce sosyal mesafe uyarıları, daha sonra eğlence merkezlerinin kapatılması, daha sonra haftasonu sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi, daha sonra belirli alanlar da maske takma zorunluluğu gibi önlemler alınmaya başlandı.
Corona virüsü belirli süre gündemi meşgul etmeye devam etti. Belirli süre gündemi meşgul eden Corona Virüsün yerini alacak, 2020 için düğmeye basanların yeni planı ortaya çıktı ;
Dünya İç Savaşı
2020 Yılında dünyada halen ırkçılık devam ediyordu ve ABD'de yaşanan bir olayda ki video kaydı herşeyi değiştirecekti. 46 Yaşında ki amerikalı siyahi vatandaş olan George Floyd bir polis memuru tarafından ters kelepçenerek yere yatırılmıştı ve polis memuru, George Floyd'un boynuna , George Floyd'un kendisinin "nefes alamıyorum" demesine rağmen, dışarıdakilerin uyarılarına rağmen diziyle bastırarak ölümüne yol açtı.
İşte bu olaydan sonra dünya da hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Dünyanın gündemi sürekli değişiyordu ve çok hızlı adımlarla "patlama noktasına" doğru gidiyorduk. George Floyd'un bu videosunun yayılması ile dünya ayağa kalktı. ABD'de başlayan gösteriler her ırktan insanın katılımıyla çok kısa zamanda büyüdü.
Artık düğmeye basılmıştı. Ekranlar da "Patlamaya 2020 saniye" anonsları yankılanıyordu. Corona virüsü tamamen bitmemişken insanların sokağa dökülmesi ile alınan neredeyse bütün önlemler boşa gitmişti fakat George Floyd olayından dolayı virüse sıra gelmemişti ve gelmeyecekti . . . .
Gösteri yapanların sayısı artmaya başlamıştı. Yıllardır devam eden ırkçılık sorunu, ABD başkanı Donald Trump'ın ırkçı ifadeleri ve son George Floyd olayı ile patlama yaşandı. George Floyd'un ölümüne sebep olan polis memuruna sadece görevten ihraç cezası verilmesi olayları iyice büyüttü.
Gösteri yapanlar kontrolden çıkmaya başladı. Alışveriş merkezleri, giyim mağazaları vb. gibi yerleri talan etmeye başladılar. Bunun üzerine sosyal medyadan yayılan göstericilerin üzerlerine polis memurları tarafından araba sürülmesi videoları olayları daha da içinden çıkılmaz bir yere getirdi. Zincirlerin halkaları yavaş yavaş herkese uzanıyordu. Kaos yavaş yavaş herkese ulaşıyordu.
Bu olaylar devam ederken ABD'nin orduyu sokağa indireceği haberi geldi. Yani herşey hazırdı. Müdahalenin yapı taşları oluşturuluyordu.
3 Haziran 2020 tarihin de Ebola virüsü tekrardan gündeme geldi. Bütün kötü olayların ard arda yaşanması, biri bitmeden diğerinin başlaması ile düşünceler arttı ve "Bu yıl mı beklendi ?" sorusu soruldu . . . Birileri planları uygulayabileceğine emin olmadan kurşunlarını kullanmaya başlamamıştı.
Amerika'da gösteriler devam ederken George Floyd'un cenaze töreni için 9 Haziran 2020 tarihi seçildi. O gün kırılma noktası olacaktı.
Devasa bir kalabalık, başka ülkelerden gelen yüzbinlerce insan George Floyd'u anmak için oradaydı. Kendi evimde CNN Türk'ten canlı yayınlanan anma törenini izliyordum.
Kürsüye George Floyd'un eşi ve kızı geçti. Ağlayarak konuşmaya başlayan eşi George Floyd'u ne kadar sevdiğinden bahsediyordu.
Ve bum . . . . Milyonlarca kişinin izlediği anma törenin de silah sesi.
George Floyd'un eşinin kafasının kanlar içinde patlayışı, o kanların kızının suratına gelmesi, silah sesini duyan yüzbinlerin o kaos da ne yapacağını bilmeden 2 saniyeliğine etrafa bakması ve "önce canım" mantığıyla etrafa koşuşmaya başlaması.
Kalbime çok büyük ağrı girmişti. Yaşanması olabilecek ihtimalleri düşündükçe kafayı yiyecektim. CNN Türk yayını kesti ve hemen Youtube'dan canlı yayın aramaya başladım. Oranın izdihamını ve kaosunu çok net gösteren bir canlı yayın buldum.
Canlı yayını çeken kişinin eli titriyordu fakat görüntü kalitesi çok netti. O koşuşturma içerisin de bir patlama sesi geldi . . . .
George Floyd'un eşinin kafasının kanlar içinde patlayışı, o kanların kızının suratına gelmesi, silah sesini duyan yüzbinlerin o kaos da ne yapacağını bilmeden 2 saniyeliğine etrafa bakması ve "önce canım" mantığıyla etrafa koşuşmaya başlaması.
Kalbime çok büyük ağrı girmişti. Yaşanması olabilecek ihtimalleri düşündükçe kafayı yiyecektim. CNN Türk yayını kesti ve hemen Youtube'dan canlı yayın aramaya başladım. Oranın izdihamını ve kaosunu çok net gösteren bir canlı yayın buldum.
Canlı yayını çeken kişinin eli titriyordu fakat görüntü kalitesi çok netti. O koşuşturma içerisin de bir patlama sesi geldi . . . .
Canlı yayını yapan kişi o patlamanın verdiği reaksiyonla telefonu yere doğru indirdi. Odağı bozulan kamera ile birlikte 300. 000 kişinin aynı anda izlediği canlı yayını kapattı.
Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyordum. O silah sesi geldikten sonra dünyanın bambaşka bir yöne evrileceğini biliyordum.
Adım Serkay. 28 Yaşındayım ve abimle beraber İstanbul'da kalıyorum. Ailem Bursa'da kalıyor ve canlı yayın kapandıktan sonra evde "abi" diye bağırdım.
Yerimden kalktım ve abimin yanına doğru hızla giderken içeriden kapı açılma sesi geldi.”Ne oldu oğlum" diye yanıma gelen abime "Abi kafayı yicem. ABD'de öldürülen George Floyd'u anma törenin de eşi kafasından vuruldu. O kan'ı gördüm abi. Patlama falan oldu.” dedim.
Titriyordum. Abim "Sakin ol.” dedi ve açık olan Televizyon'a bakarak "Hani Son Dakika falan yok" dedi.”Abi yay. .” derken çok yakınımızdan büyük bir patlama sesi geldi. Camlar titredi ve o patlamanın sesiyle yere çömeldik. Yerdeyken çok kısa süreliğine abimle göz göze geldik ve ardından ayağa kalkıp 2. katta ki merkeze yakın olmayan evimizden dışarı baktık.
Mahallede ki o az fakat görebildiğimiz insan topluluğu, o klasik normal sakin havasındayken, patlamanın etkisiyle etrafa bakıyordu. Abim "Ne oluyor oğlum" dedi.”Belki de olması gereken oluyor abi" dedim.
Televizyon da ki haber kanalında reklamlar gözüküyordu. Reklam yarıda kesildi ve bir kadın sunucu çıktı. Ardından televizyon kanalın da "SON DAKİKA : TÜRKİYE'de birçok şehirde eş zamanlı patlama" diye haber geçti.
Abim "Babamı arıyorum ben" dedi. Abim cebinden çıkarttığı telefonla babamı ararken etraftan polis ve ambulans sirenleri duyulmaya başladı. Merkez de ne olup bittiğini bilmiyorduk. Ben dışarıya bakarken abim "Alo ? Baba iyi misiniz ?" diye konuşmaya başladı. Ardından "Baba sakin olun sakın evden dışarı çıkmayın" dedi. Abim telefonu kapattıktan sonra "Orada da olmuş patlama "dedi.
Televizyon da yeni bir SON DAKİKA haberi geçti.”Taksim ve Ankara da insanlar sokağa çıkmaya başladı bilgisi geldi" diye.
Birileri gerçekten planı devreye sokmuştu. Adım adım yaşanması gerekenlere doğru gidiyorduk ya da çekiliyorduk.
Abime "ne yapıcaz ?" diye sordum.”Beklicez" dedi. Televizyon da ki kadın sunucu "Şimdi Taksim'e bağlanıyoruz" dedi ve canlı yayın ile Taksim'de olanları izlemeye başladık.
Birileri hazırlığını çok önceden yapmıştı. Geçmişte yaşanılan olaylar ile yaşanmayanları birleştirip gösteriler düzenleniyordu. İnsanlar "Hükümet İstifa, Irkçılığa hayır" tarzı söylemlere başlamıştı.
Kimdi bunlar ? Bende gerektiği yerde protesto yapılmasını isteyenlerdenim/ destekleyenlerdenim [Kişisel Görüştür] fakat ülkemiz de ırkçılık ne düzeydeydi ? George Floyd olayından sonra Kürtlerin üzerinden "Irkçılığa hayır" söylemleri bir anda nasıl başlamıştı ? Bir kıvılcım mı gerekiyordu da bütün bunlar başlamıştı ?
Taksimde ki yayını izlerken ekran ikiye bölündü ve Ankarada ki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi önünde kalabalık gösterilmeye başlandı. Kalabalık içinde siyahi insanları görüyordum. Ülkemiz de böyle bir şeyi tarihte ilk defa görmüştüm. Bir siyahinin ırkçılık protestoların da TÜRKİYE'de eylem yapması baya baya garipti.
Canlı yayını izlemeye devam ederken, bir yandan dışarıdan polis ve ambulans sesleri gelirken bir patlama sesi daha duyuldu. İkinci patlamanın sesiyle abimle yine kendimizi yerde bulduk.
Abimle yine gözgöze geldik. Abim "geçmiş olsun" dedi. Ayağa kalktık ve hemen televizyona baktık. Haberleri sunan kadın sunucu gözleriyle etrafa bakıyordu. Tedirgindi. Aynı 15 Temmuz da TRT'de "sözde" darbe açıklamasını yapan kadın gibi tedirgindi. Haber stüdyosunda ki 10 saniyelik sessizlikten sonra "Kısa bir aradan sonra tekrar beraberiz" tarzı açıklama gelmeden direk reklamlara girildi. Kanalları değiştirmeye başladık. Bütün kanallar bütün odak noktasını bu konuya çevirmişti. Canlı yayınlardan izlediğimiz kadarıyla corona virüs falan tamamen unutulmuştu ve gösteriye katılan insanların sayısı her geçen an artıyordu.
Birileri kaos istiyordu. Birileri olaydan haberdar olmayanları, tamamen saf duygularla gösteriye katılanları bile işin içine çekmek istiyordu. Çok önceden plananları yavaş yavaş devreye sokuyorlardı.
Telefonumdan Twitter'a girmek istedim. İnternetin yavaşladığını hissettim. Twitter'dan gördüklerim ve duyduklarım korkumu daha çok arttırdı. Eli yüzü parçalanmış insanların fotoğrafları, patlama olan bölgeden gelen videolar içimi kararttı.
Televizyon'da bir SON DAKİKA haberi ile "Nereye gidiyoruz ?" sorusunu sordum. Sanırım o gün gerçekten gelmişti.
"İçişleri bakanı hayatını kaybetti !" haberi geldi. Bu haberi duyduktan 20 saniye sonra helikopter sesi duymaya başladık. Bu ses çoğunluga dönüştü çünkü savaşa gidermiş gibi en az 20 tane helikopterin aynı anda pervane sesini duyuyorduk.
Yok oluş ya da yeniden doğuş başlamıştı. Birileri gerçekten düğmeye basmıştı. Ne olucaz ve nereye gidiyoruz düşüncesin içine girmiştik. Kafayı yiyecektik. Kimin ne yaptığı ve şu anda nerede olduğu belli değildi.
Haberler durmuyordu. Düğmeye basıldığını gerçekten anladığımız o an gelmişti. TRT Haber'i açtığımız da altta ki SON DAKİKA şuydu ;
"İsrail Japonya savaş uçağını düşürdü !"
Abimin inanılmaz morali bozulmuştu. Ağlamak üzereydi. Annemin ve babamın yanına da gidemiyorduk çünkü arabamız yoktu. Resmen sıkışmıştık ve olacakları izliyorduk.
Sokakta bağıran, etrafa kaçışan insanlar görüyorduk. Birileri camlardan "Hükümet İstifa" diye bağırıyordu. Çok kısa süre sonra camiden sela verilmeye başlandı. Tabi o anda hiç kimse dünyanın selasının verildiğini bilmiyordu.
Durmadan sela verilen camiden İstiklal Marşı okunmaya başlandı. İstiklal marşı okunurken hem polis ve ambulans seslerini duyuyorduk, hem helikopter seslerini duyuyorduk hem de televizyon da yeni bir haber bekliyorduk.
Bu haber "Cumhurbaşkanı açıklama yapacak" oldu. İstiklal marşı okunmaya devam ederken yeri göğü inletecek bir ses ile kendimizi yine yerde bulduk fakat bu sefer yerden kalkamadık. Arkasından aynı sesten bir tane daha geldi. Bir tane daha geldi, bir tane daha, bir tane daha ve bir tane daha . . . .
Savaş uçakları tepemizden geçiyordu. Üzerimizden geçerken camlar titriyordu. Şu anda resmen yıllardır Suriye filminin fragmanını izleyen dünya o filmi yaşıyordu.
Abim tekrardan babamı aramak istedi fakat telefon çekmiyordu. Ben ise wifiden bağlandığım internete neredeyse giremez olmuştum. İnternet bağlantısı durma noktasına gelmişti ve böyle giderse hayat da durma noktasına gelecekti.
Hiçbirimiz virüsü düşünmüyorduk. Hayatta kalma düşünceleri yapmaya başlamıştık. Evde kalan yiyeceğimiz, su ihtiyacımız gibi detayları düşünüyorduk.
Televizyon da ki kadın sunucu "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açıklama yapıyor. Sizi oraya aktarıyoruz" dedi. Kadın sunucudan RTE'a geçen yayın bir evdeydi. Cumhurbaşkanını görünce çok kısa bir rahatlama geldi fakat bu rahatlama sadece 40 saniye sürdü.
Cumhurbaşkanı ağlıyordu. Kendisini sevmiyorum [Kişisel görüştür] fakat ağlaması böyle bir ortam da hiç iyi değildi. İçişleri bakanının hayatını kaybettiğinden dolayı ağladıgını düşünmüştük fakat çok yanılmıştık. Birileri herşeyi en önceden planlamıştı.
Cumhurbaşkanı ağlamaya devam ederken, daha ağzından hiçbir kelime çıkmamışken bir anda "Yapmayın, yapmayın" dedi ve ardından silah sesleri geldi.
Yüzü gözü dağılarak ölen Cumhurbaşkanı, o anda tüm TÜRKİYE'nin gözü önünde canlı yayınla yapılan yayın, dışarıdan gelen savaş uçağı ve helikopter sesleri, durmayan polis ve ambulans sirenleri, bağıran, çığlık atan ve protesto düzenleyen insanlar, Camiden gelen sela sesleri ve Cumhurbaşkanı vurulduktan çok kısa süre sonra dışarıdan gelen silah sesleri ile kaosun tam ortasındaydık.
Birileri Düğmeye Bastı ; 2020
Ne oldu bize yani yaşayan tüm insanlara ne oldu ?
Abimle beraber çömelmiştik ve titriyorduk. Ne yapıcağımızı, ne düşüneceğimizi bile bilmiyorduk.
Aynı anda ayağa kalktık. Abim "camlardan uzak durmalıyız" dedi. Apartman boşluğuna bakan camı olan odaya geçtik. Abim bir sigara uzattı. Kendi diğer sigarayı yakıp çakmağı bana verdi. Bende sigarayı yaktım ve abimi dinlemeye başladım.
"Sanırım o gün geldi Serkay. Dünyanın hesap verme günü geldi.” dedi.
Haklıydı. Gerçekten o gün gelmişti. Yıllardır yok yere ölen masum insanların, yapılan haksızlıkların hesabının sorulacağı gün gelmişti. Birileri kendi devamlılığını istediğinden dolayı, ben güçlüyüm kibrinden dolayı hayatı belirli topluluk ile devam ettirme kararı almıştı fakat bu kararın kendilerini de yakma ihtimalinin olduğunu bilmiyorlardı. Yıllardır insanların içinde bekleyen sadece kıvılcıma bakacak bombayı alevlerin içine atmışlardı.
Dışarıda ki silah sesleri susmuyordu. Çığlık atan insan sesleri de duyuyorduk. İnternete artık "durdu" dediğimiz noktadaydı. Tek haber alma şansımız televizyondu ve televizyonun olduğu odaya gittik.
Gittiğimiz de TRT Haber'de yayın kesilmişti. Simsiyahtı ve bu diğer TRT kanallarında da aynıydı. Tekrardan CNN Türk'ü açtık. Açtığımız da gördüğümüz haber bizi daha da tedirginleştirdi çünkü artık bulunduğumuz yerde de tehlikedeydik.
"Kimliği belirsiz savaş uçakları TÜRKİYE sınırından içeri girdi" haberi vardı. Abim o anda tekrardan babamı aramak istedi fakat ulaşamıyordu. Tedirginliğimiz ve korkumuz en yüksek noktadaydı. Birileri düğmeye basarken bunu zaten istiyordu ve başarmıştı.
Abim'e "Abi senin telefonun da internet var mı ? Ben paket yaptırmadım bu ay. belki mobil veriden girersek daha hızlı gireriz" dedim.”Var " dedi ve telefonu bana verdi. Telefonu aldığım da hemen twitter'ı açayım dedim fakat hata veriyordu. Üye olduğum forum sitelerine ulaşmak istedim. Wifi'den daha hızlı girmişti ve normale oranla 100 kat daha fazla kişi forumdaydı.
"Hakkınızı helal edin" , "Dua edin" , "Kıyamet bugündür" , "Dışarı çıkmayın" tarzında yorumlar vardı.
Tamamiyle kaos'u yaşıyorduk fakat daha herşey çok yeni başlamıştı. 2020 Yılı şu ana kadar yapılan bütün hatalar da atılması gereken tokatların hepsini insanlığa harcıyordu fakat farkla . . . .
Ülkede ki yönetimden sorumlu kişilerden ya da muhalefet partilerinden hiçbir haber yoktu ve bu çok kötüydü. Bilinmezlik insanları iyice tedirginleştiriyordu.”Herşey bitiyor, herkes yanlız başına artık" mesajı veriliyordu.
Televizyonu izlmeye devam ediyorduk. CNN Türk'te ki kadın sunucu titriyordu. Gözüyle sürekli etrafı süzüyordu. İzlemeye devam ederken altta yeni bir SON DAKİKA haberi geçti ;
"Eyfel kulesi vuruldu.”
Avusturalyada ki yangın tüm dünyayı sarmaya başlamıştı. İnsanlar artık nereye gidiyoruz diye sormaktan çok "sonumuz ne zaman gelecek" diye soruyordu. Herkes sırasını bekler gibiydi ve 2020'de herkese sıra gelecekti.
Bu haberden sonra haberleri sunan kadın "Tarihi bir gün yaşıyoruz. Meslek hayatımda ki en karanlık ve en korkutucu gün" dedi ve "Eyfel Kulesi vuruldu" alt yazısıyla reklamlara girildi. Reklamlara girilmesiyle beraber diğer kanallara bakmaya başladık. Kanallara bakarken büyük bir ses duyuldu ve tekrardan kendimizi yere attık. Bu sesin ses duvarını delen savaş uçağının sesi olduğunu düşünüyorduk. Abim "şu ileriye geç kalkma oradan" dedi. Kanepenin yanında televizyonu görecek şekilde çömeldim. Abim de tam karşımda ki yere çömeldi.
NTV'yi açtım. Bir erkek sunucu haberleri sunuyordu ve orada da aynı şekil de "Eyfel Kulesi vuruldu" son dakikası geçiyordu. Abimin telefonundan sosyal medyayı takip etmeye devam ederken güvendiğim hesaplardan "Kuzey Kore nükleer bomba kapasiteli savaş uçaklarını havalandırmaya hazırlanıyor" diye haber geçti.
Haberlerin doğru ya da yanlış olduğunu bilemiyorduk. Komplo teorisyenlerinin söylediği senaryolar tek tek gerçekleşirken bile yeni çıkan bir haber komplo gibi geliyordu. Buna rağmen moralimiz çok bozulmuştu ve korkumuz en yüksek seviyedeydi.
Abim "Burada kalamayız" dedi.”Abi dışarıda bizi neyin beklediğini bilmiyoruz" dedim.”Burada da neyin beklediğini bilmiyoruz" dedi.”Abi evde kalmalıyız. En azından dışarıya göre daha güvenli" dedim.”Burada sonsuza kadar kalamayız" dedi.”Biliyorum abi ama şu anda burada kalmalıyız" dedim. Kısa bir sessizlikten sonra "Anneme ve babama ulaşamıyoruz. Umarım iyilerdir" dedi.”Umarım abi" dedim.
Hiç kimse iyi olmayacaktı. Düşünceler, hayaller, emekler hepsi boşa gidecekti. Bugün tüm insanlığa RESET atılacaktı. Üzülüyor muydum ? Hem evet hem hayır. Böyle olmamalıydı. Bu şekilde "sözde" çözüm gelir. Az da olsa üzülmeme sebebim dünyada ki sorunları oluşturan insanların da payını alacak olmasıydı.
Abim "ben tuvalete gidiyorum" deyip ayağa kalkmadan içeri gitti. Ben ise çömeldiğim yerden kalkmadan cama yakın yere doğru gitmeye başladım. Bağıran insanlar azalmıştı fakat mermi sesleri devam ediyordu. Dışarıda durum nasıl diye bakmak istiyordum fakat nereden geldiğini bilmediğim bir kurşunun bana isabet etmesinden korkuyordum.
Sırtımı kalorifere yaklamış bir şekilde televizyondan NTV'yi izlemeye devam ederken, az önce twitter da gördüğüm "Kuzey Kore nükleer bomba kapasiteli savaş uçaklarını havalandırmaya hazırlanıyor" haberi SON DAKİKA olarak geçti. Oradan HaberTürk'e geçtiğim de onlarda da aynı haber vardı. Aradan 20 saniye geçmeden abim hızlıca içeriden çömelerek geldi ve "Oğlum sular kesilmiş" dedi.”Hassiktir" dedim.
Bizim burada sular çok nadir giderdi. Mutfağın musluğunda 4 sene önce almış olduğumuz arıtma cihazı takılıydı. Suların kesilmesiyle buzdolabında ki soğuması için koyduğumuz sürahide ki yaklaşık 14 bardaklık su ile ne olur ne olmaz mantığıyla sular giderse diye düşünüp yıkanmak için duran bir damacana sudan başka suyumuz yoktu.
Abim "Evde ki gıdalarla bir süre idare edebiliriz de su çok büyük sıkıntı olacak. Şimdilik hiç su içmeyelim. Maden suyu, kola gibi içeceklerle de" derken büyük bir patlama sesi geldi. Savaş uçaklarının arttığını duymaya başladık.
10 saniye sonra bir patlama sesi daha geldi. Bu patlama sesiyle camlar titredi ve arabaların alarmlarının sesini duymaya başladık. Alarm sesleri duyulmaya devam ederken üzerimizden çok hızlı bir helikopter geçti ve helikopterden ateş açılmaya başlandı. Ateşin ardından arkasından bir savaş uçağı daha duyduk ve bunu duymamızla beraber resmen deprem olmuşcasına bir patlama sesi geldi. Bu sefer ki geçen çok yakındı ve bunu duyduktan çok kısa süre bir patlama sesi daha duyuldu.
Patlama seslerinin arasında ellerimizi başımızın üstüne koyup ne yapıcağımızı düşünerek bekliyorduk.
Patlamaların aralığı artmaya başladı ve artık her 20 saniyede bir patlama sesi duymaya başladık. Bu sesler arasında bir anda televizyondan çığlık sesi geldi. Hızlıca kafamı kaldırıp televizyona doğru baktım. Kadın sunucu çığlık atarken bir anda stüdyodan silah sesleri geldi. Kanlar eşliğinde yere yığılan kadın sunucu ve arka planı kan dolan stüdyoyu izliyorduk.
Bulunduğumuz bina patlamaların etkisiyle titriyordu. Dışarıdan gelen patlama ve uçak seslerinden televizyonu duymak çok zordu. Uydudan ses sondaydı fakat televizyonun kendi sesi çok yüksek değildi. Televizyonun kumandasını da çömeldiğim yerden görememiştim. Bu yüzden tek haber kaynağımız olan televizyonun sesini sona getirmek için çömelmeye devam ederken yavaş adımlarla yanına yaklaştım. Yanına geldiğimde sesi en sona çekmek için ses yükseltme düğmesine basılı tuttum. O ses yükselirken stüdyoda neler olduğunu yavaş yavaş duyuyorduk. Yayın kesilmemişti ve stüdyodan bağırma sesleri geliyordu. Bir adamın "Orosbu çocukları" diye bağırdığını duyduk. 4 saniye sonra yine kim olduğunu bilmediğimiz bir adamın "Şerefsizler" diye bağırdığını duyduk. Daha sonra tekrardan silah sesleri gelmeye başladı. Çığlıklar eşliğin de kırılan camların seslerini duyuyorduk.
Abimle beraber tamamen kitlenmiştik. Yerde çömelmiş birşekilde hareketsiz duruyorduk. Kesilen internet yüzünden haber almaya devam etmek için bu odadaydık.
Televizyon da ki çığlık sesleri 5 dakika geçmeden silah seslerinden sonra tamamen kesildi. Canlı yayın sadece arka planı kanlar içinde olan boş bir stüdyoyu gösteriyordu. Abime duyması için bağırarak "kumandayı atar mısın abi" dedim. Kumandayı attı ve kanalları değiştirmeye başladım. Bunu yapmaya başladıktan sonra artık hayatımızın iyice sonuna yaklaştığını hissetmeye başladık çünkü haber veren kanal yoktu. Kimisi reklamdaydı, kimisinin tamamen yayını gitmişti, kimisi ise başka program yayınlıyordu. Yani haber alışımız tamamen kesilmişti.
Durumu kabullenmeye başlamıştım. Abime "Bana hep söylemek istediğin fakat şu ana kadar söyleyemediğin bir şey var mı ?" dedim .”Var da eğer bunu söylersem öleceğimizi kabullenmiş olurum.” dedi. Hemen ardından "söyle" dedim.”Olmaz" dedi.”Bende söylücem" dedim.”Bu hiçbir şeyi değiştirmez. Sen söyleyeceksen söyle fakat ben söylemicem" dedi.”Ben söylüyorum o zaman" dedim.”Dinliyorum" dedi.”Seni çok seviyorum. Şu ana kadar hiç söylemedim belki ama çok seviyorum. Evet bu bir sır değil fakat hiç söylemediğim için söyleyeyim dedim" dedim.”Bende seni çok seviyorum Serkay" dedi.
Ağlamak istiyordum. Çok kötü durumdaydık ve gerçekten elimizden gelen hiçbir şey yoktu. Hayatı sorguluyordum ve bu sorgulama birilerinin güçlü olmasından dolayı öleceğimiz gerçeğine getirdi durumu. Hiçbir önemimiz yoktu. Konuşma hakkımız yoktu. Tepki veremiyorduk. Hayal ettiklerimiz , "ileride yaparım bunu" dediklerimiz hiçe sayılmıştı. Anılarımız yok ediliyordu.
Bu düşünceler arasındayken abim bağırarak "Serkay hemen televizyona bak" dedi. Bakmamı istedi çünkü son duran kanal olan HaberTürk, TRT 1'in yayınını veriyordu. Evet bir şeyler görüyorduk fakat daha önce hiç görmemiştik.
Up uzun, etrafında 20 tane sandalye olan, üstünde kitaplar ve belgeler gördüğümüz bir masa görüyorduk. Masayı görüyorduk fakat etrafta hiç kimse yoktu.
Abim'e "Bu ne şimdi" dedim.”Bilmiyorum" dedi. Kanalları değiştirmeye başladım. Yayını kesilenler de dahil bütün kanallar da TRT 1 gösteriliyordu. Abim'e "Bu hiç hayra alamet değil" dedim.”Tüm kanallara nas. . . .” derken sustu. Ben "Ne old. . . .” derken "Sus sus az" dedi. Tamamen sustum ve ardından bulunduğumuz binanın içinden çığlık sesleri gelmeye başladı. Çığlık seslerini duyarken "Umarım bu Simge ablanın sesi değildir" dedim. Bunu dedikten 4 saniye sonra silah sesleri geldi, çığlık sesi kesildi ve Abim "Geliyorlar" dedi.
O anda ne yapacağımızı bilemedik. Saklansak nereye kadar saklanıcaktık. Simge abla 2 alt katta oturuyordu ve şu anda yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Kimin ya da kimlerin geldiğini, neden geldiğini, bize gelip gelip gelmeyeceklerini bilmiyorduk. Bildiğimiz tek şey silahlarının olduğuydu.
Abim'e "Kapının önüne bir şeyler mi koysak " dedim. Abim çömelerek içeri doğru gitmeye başladı. İçeri giderken "nereye abi" dedim.”Bekle" dedi. İçeriye gitti ve ardından kilit sesleri duydum. 1. 5 dakika sonra sürünerek geri geldi ve "Üstü ve altı sonuna kadar kilitledim" dedi. Ardından cebinden bıçak çıkarttı, bana verdi ve "Şu karşı tarafa geç" dedi. Sürünerek oraya doğru geçtim.
2+1 büyük bir evde kalıyorduk. Evin kapısını açtığınızda 4 adım ileride duvar vardı. O duvarın sol tarafında, salona, yani şu anda abimle benim bulunduğumuz yere açılan, duvarla bitişik kapı vardı. Abim bana "Şu karşı tarafa geç" dediğin de kapının sağ tarafında ki kör noktaya geçmiştim. Abim ise diğer kör nokta olan kapının sol tarafına geçti. İkimiz de elimizde bıçakla olduğumuz yerde çömelmiş bekliyorduk.
Salondan evin kapısını görmek mümkün değildi. Salondan herhangi birinin kafasını gördüğümüz de hemen saldıraya geçecektikg. Salonda durmamızın sebebi sadece televizyondu. Tek haber kaynağımızdan uzakda olmak istemiyorduk. Evden dışarıya da çıkamazdık. Aşağıya insek bizi bekleyenler vardı. Yukarı çıksak her türlü geleceklerdi ve fazla kişi olalım diye düşünsek bile yukarıdakilerin kapıyı açıp açmayacakları da kesin değildi. Evdeler mi onu bile bilmiyorduk. Çatıya ulaşmamızın imkanı yoktu çünkü merdiven gerekliydi. İki kişi birbirimize destek vererek çıkabilirdik fakat zamanımızın ne kadar olup olmadığını bilmiyorduk. Bütün bunlar çok riskliydi ve o yüzden evde durmaya karar verdik.
Abim "Fazla kişi değiller bence" dedi.”Öyle gözüküyor yoksa çoktan gelirlerdi" dedim. Bunu dedikten sonra 10 saniye geçmedi ki televizyon da bir hareketlilik gördüm ve abime "Abi hemen televizyona bak" dedim.
TRT 1'de ki upuzun boş masanın olduğu yayında bir asker göründü. Olayın ilginç tarafı şuydu. Görünen asker TÜRK askeri değildi. Amerikan asker üniforması giymişti ve masaya oturdu. Arkasından asker üniformalı biri daha geldi ve bu sefer de fransa bayrağını gördüm üniforma üstünde.
Abime "Bu ne anlama geliyor şimdi abi sence" dedim. Bunu dedikten hemen sonra rusya ve kore askeri gözüktü. Abim "Bilmiyorum.” dedi. Ardından hangi ülkeye ait olduğunu bilmediğim asker üniformalı biri daha içeri girdi. Oturmak için, sandalyesini çekmek için elini sandalyeye uzatırken bulunduğumuz binaya ya da çok yakın bir yere isabet eden bir bomba ile yer gök inledi. Bombanın etkisiyle kırılan camlar, etrafın toz duman olması, yere düşen eşyalar derken "ölüyoruz" düşüncesi zirveye ulaştı. Bomba patladıktan 10 saniye sonra abimin "Serkay" diye bağırdığını duydum. Kafamı kaldırdım ve ona baktım. Beni görünce "iyi misin" dedi.”İyiyim abi. Sen iyi m. . .” derken "İmdat" diye bağırma sesleri duymaya başladık. Hemen alt katımızdan geliyordu ve uçak seslerine rağmen çok net duyuyorduk. 2 el silah sesi geldi ve silah sesi gelir gelmez abim "En köşeye geç hemen" dedi. İyice kenara geçtim. Kenara geçtikten sonra üstü toz duman olan fakat halen çalışan televizyona baktım. Masa, en başta ki tekli sandalye hariç tamamen asker üniformaları giymiş kişiler tarafından dolmuştu. Masada ki hiç kimse birbirleriyle konuşmuyordu. Masanın üstünde ki belgelere bile kimse dokunmuyordu. Abim "Kim gelirse gelsin, kapıdan birinin girdiğini gördüğün an sorgulamadan bıçağını kullan. O "bizden biri mi" sorgusunu yaparsan eğ. . . .” derken alt kattan çığlık sesleri gelmeye başladı. Çığlık sesleri devam ederken ülkenin ölüm haberini resmen duyuran bir gelişme yaşanmaya başladı. 10 Kasım'da Atatürk'ü anmak için çalan siren çalmaya başladı. O siren devam ederken alt kattan 2 el silah sesi geldi ve çığlık sesleri kesildi. Bundan hemen sonra televizyonda TÜRK asker üniforması giymiş, elinde siyah çanta olan biri gözüktü ve son kalan boş sandalyeye oturdu. Sandalyeye oturduktan sonra "Hoşgeldiniz" dedi ve çantayı yere koydu. Masanın üzerinde ki belgeyi almak için elini uzatırken bizim evin kapısına 2 el ateş edildi.”VUR VUR" diye bağırma seslerini duyuyorduk. Abim elini ağzına götürüp "sus" işareti yaptı. Daha sonra kırmak için kapıya sert bir şekilde vurulmaya başlandı. Kapıya vurmaya devam ederlerken televizyonda TÜRK askeri üniforması giyen kişiye doğru kamera yaklaştı ve ardından "Başardık" dedi. Diğer asker üniformalı kişiler alkışlamaya başladı. Alkışlamaya devam ederlerken evimizin kapısının kırıldığını duyduk. Çok yavaş bir şekilde salonun kapısına yakın fakat salona girilmeden girilmeyecek bir noktada ayağa kalktık ve ellerimizde bıçak hazır bir şekilde beklemeye başladık.
Kapı kırıldıktan sadece 2 saniye sonra önce ayak sesleri duyuldu. Daha sonra çok hızlı şekilde odaya elinde ağır silahlardan olan 10 kişi girdi. Bana yakın olan, bıçakla hamle yapamadan direk suratıma geçirdi. Suratıma geçirmesiyle beraber arka arkaya yere düştüm. Yere düştüğümde arkada ki diğer kişi yanıma gelip silahıyla suratıma vurdu. Daha sonra birisi "Hangisi" diye sordu.”Şu olsun" deyip abimi gösterdi. Gösterir göstermez 2 kişi aynı anda silahlarıyla abime ateş etmeye başladılar. Bağırmalar ve çığırmalar eşliğinde beni 2 kişi tutuyordu ve abim kanlar içinde tanınmaz hale gelmişti. Beni yüzüstü çevirdiler. Kollarımı arkadan kelepçelemeye çalışırlarken televizyonu görebiliyordum.”Başardık" diyen TÜRK askeri üniformalı kişi "Viskilerimizi getirin" dedi. Bulundukları yerde kahkahalar atılıyordu. O kahkahalar devam ederken televizyon kapandı. Yani elektrikler gitti.
Ellerimi kelepçeledikten sonra rastgele vücuduma vurarak ayağa kaldırdılar. Ben şok olmuş vaziyette, yüzü gözü dağılarak kanlar içinde ölmüş abime bakarken, arkadan biri gözlerimi bağladı. Karanlığa bakarken ne kadar karanlığa gittiğimi bilmeden yürümeye başladım.
Silahı sırtımda hissederek yürüyordum. Merdivenlerden aşağıya inmeye başlarken etrafta bağırma sesleri duyuyordum. Etraf inanılmaz kötü kokuyordu. Bunun sebebi parçalanmış cesetlerdi büyük ihtimal.
Nereye gittiğimiz hakkında en ufak fikrim yoktu. Hiçbir şey görmüyordum. Korkuyordum, gerçekten çok korkuyordum. Dışarı çıktığımızı hissettiğimde biri silahla sırtıma vurdu ve "Bekle lan amına koyduğum.” dedi.
Helikopter sesleri etrafta yankılanıyor, silah ve patlama sesleri duyuyor, bağırma ve çığlık sesleri ise bu seslere eşlik ediyordu. Biraz sonra bir kamyon sesi duyuldu uzaktan. O kamyon durdu ve arka kapağı açıldı. Daha sonra biri omzumdan ittirdi. Bulunduğum yerden bir kaç adım attım. Bu sırada kamyonun arkasına gelmiştim. Kamyonun arkasına bindiğim anda birine çarptığımı hissettim.
Kamyonun kapağı kapandı ve kamyon hareketlenmeye başladı. Erkek kadın fark etmeksizin kamyonun arkasında ağlayan kişileri duyuyordum. Birilerine çarpıyordum ve gözlerim kapalı olduğundan dolayı kim olduklarını bilmiyordum.
Kamyon hareket etmeye devam ederken patlama seslerini duymaya devam ediyordum. Silah sesleri etrafta yankılanıyordu. Etrafta uğultu vardı.
Uzun süre kamyon durdu ve kapak açıldı. Biri omzumdan tuttu ve kamyondan indim. Yürümeye başladık. Etraf ıssızlaştı. Bir yere gelmiştik fakat neresi olduğu hakkında fikrim yoktu. Yürürken "Yanlış bir şey yapmaya çalışan çok ağır işkenceler görür.” dedi biri. Yürümeye devam ederken bir yerde durduk. Biri ayağıma vurdu ve çömeldim. Sonra gözlerimi açtılar.
Bir stüdyodaydık. Etrafta kameralar vardı. Sağımda ve solumda elinde silahlı 2 kişiyi görmüştüm. Bu diğer kişiler içinde aynıydı. Onlarında sağında ve solunda silahlı 2 kişi vardı. Beklemeye başladık. Sonra biri geldi. Daha önce hiç görmediğim biri. Elinde bir kağıt tutuyordu. Kameraların arkasına geçti ve "Hazırım.” dedi.
Bunu dedikten sonra silahlı kişiler yanımızdan ayrıldı. Biri "Kayıt!" diye bağırdı ve arkamdaki kişi konuşmaya başladı.
"Şu anda bunu dinleyen bütün vatandaşlar. Bu bir uyarı mesajıdır. Yepyenibir dönemin başlangıcını yapmış bulunuyoruz. Bundan önceki ve sonraki hayatınızı unutun. Anılarınız, sevdikleriniz ya da sevecekleriniz geride kaldı. Dünyayı daha yaşanabilir bir hale getirmek için düğmeye bastık. Sıradan insanlar bu yeni düzenin içinde olmayacaklar. Teslim olursanız acısız ölürsünüz. Şu anda olduğu gibi.” dedi ve bir el işareti yaptı.
Haktan Erdoğan Sundu.
Kitabımı okuduğun için çok teşekkür ederim, iyi ki varsın. Eğer yorum yapmak istersen, MENÜ aracılığı ile, şimdilik, Google Play üzerinden yorum yapabilir, ayrıca kitaplarımı paylaşabilirsin. 7/24 bana ulaşmak için üstteki seçenekleri kullanabilirsin. İyi ki buradasın ve umarım güzel vakit geçirmişsindir. Kendine iyi bak.